YETER Kİ DÜŞÜNMEKTEN BİZİ ALIKOYSUN

    YETER Kİ DÜŞÜNMEKTEN BİZİ ALIKOYSUN 

    Kim olduğumuzu bilemez hale gelecek kadar düşüncesiz yaşamak çok karlı bir şey. Kendimizi hiç mi hiç insanın sahtesi olarak hissetmeyiz. Zati de gerçekte ne olduğumuzu bilebiliyor muyuz? Hayata ayak uydurmamızın tek yolu, kendi kendimizle uyumlu olmak gibi basit bir kural. Bunu da ne kadar yaptığımız şüpheli. Allah belamı versin, dediğimiz de oluyor, Ne kadar iyi de yapıyorum, dediğimiz de.

    Yaptıklarımızın yoğunluğu, samimiyetle yapılışı, bütünüyle bize ait gerçeklikle yapılması, ruhumuzda duygu ve düşüncelerin hareketlenerek yol alması hakikaten keyifli olabildiği kadar eziyetli de olmakta. Bizi kendine çeken kozmopolit tutkular -samimi diyesim var- olduğunu da bildiğimden, 'Yetti artık bu kadar samimiyet!' sözünü neyle değiştireceğimi düşünmüyorum bile. Dünyayı avucuma alma çabası da değil bu, biraz daha anlama yani, ama avuca alındığım hissi şu an daha büyük. 'Bilmek' adına çırpınırken, 'Kendini bilmez' duruma düşürmekten korkuyorum kendimi. Bir adım çevreme çıktığımda, diğer insanların yaşamını gördüğümde, sahte işlerle uğraştığım kanısına kapılıyorum. 

    Nitelikli hayat ne olmalı? Hayat ile uyum içinde salıncak olarak mı yoksa kendimizle uyumsuz olarak hayatın içine dalarak ne koparırsak almak mı? Gerçeklik nerede, sahtelik nerede? Koş, koş samimiyetle, sabırla, akıl yürüte yürüte, teoriler kura kura... Her şey birbirini çürüterek ve kendinden beslenerek -Orman gibi, Okyanuslar gibi, Gökyüzü gibi- varolduğuna göre, bütün çabalarım aynı zamanda bir mahkumiyet anlamına da geliyor. Mahkumu serbest bırakmak için bir hapishane olması ne kadar mantıklı ise; düşünüyorum da, nitelikli yaşamak için ne lazım olduğunu tespit edip, tam tersi işlerle uğraşmak fena bir çıkarım olmasa gerek. Böylece bir kere tam düşünür, sonra da onun karşısına düşünmeden ne istersek koyabiliriz. 

    Yazmamak için defterler alalım. Okumamak için kitapları evimizdeki en büyük kitaplığa dizelim. İletişimde her bir sosyal platforma üye olup orada ortamları vıcıklayalım. Konserlere yığınla gidip dinliyormuş gibi yapalım veya özensizce duralım sessiz koltuğumuzda. Bisiklet sürelim ama hemen yorulduk diyelim. Uzun gezintilere de heveslenip, içinde olalım ama çokça dinlene dinlene, bıktırana kadar dinlene dinlene yürüyerek. Estiği gibi karşılamak yaşamı. Disipline eden ve kurallar koyan, yani bizleri uyuşturan her şeyin tam tersi. Yine de alıkonmamış oluyoruz görmemiz gerekeni ve olunması gereken yerden. Sadece, işin özündeki düşünmeden uzak kalabilmek.

    Kendi yaptıklarımın mücadelesini vermektir beni üzen veya kabına sığmaz halde başkalarının yaptıkları bana schadenfreude vermiyor, bu da bilinmeli. Kendime bir 'Geçmiş olsun!' deme zamanı geldi. Hani, tam çıkarken Garson, 'Kimliğinizi masada unuttunuz Fikret Bey' dermiş gibi. Bırak orada kalsın, bu büyük bir şans belki. 

    Birçok şeyi açık seçik görebiliyor muyuz? Göremediğimiz bir şeyin farkına varmadığımızdan, o şey zati kayıp da sayılmaz. Zaten yoktu ve şimdi neden konusu edilsin ki? 'Burada ben varım' demeye çok gerek var mı? İflah olmaz bir 'Ben!' var herkesin içinde. Renkli ve gravür bu. Gözlerimi dikip onlara bakıyorum pek de bilerek. 'Sen kimsin kardeşim?' diyerek. Azametle karşımda duruyorsanız da, bunu görmek hevesindeyseniz, kendi aynanızı yanınızda taşıyın lütfen. Kendi üzerinizde benim düşünmemin peşinde olmayın.

    Nisan ayının yakıcı olmayan güneşli günlerine çok az kaldı. Genç insanlar kırlara yaslanacaklar. Çocukların yanaklarına kan gelecek, pembeleşecekler. Yaşlılar bir kez daha 'Yaşamak iyi' diyecek. Hastanelere çiçek taşıyanlar kışa göre daha da azalmış olacak kanaatindeyim. Güzellikler düşünmeden yaratılabilinir mi? Ya da farkındalık ile beyni otomatiğe mi bağlamamız gerekiyor. Cılız isyanlarda kalsak da, tavuk misali, bir ordan bir burdan eşelesek hayatı, bu daha iyi olmaz mı? Görmezden gelecek bir bilinç oluşturmak, bedende bir ruh yokmuş demek, alelade yaşamak gibi gelse de, aslında tam tersi, 'Silkinerek yaşamak' olabilir bunun anlamı.

    Fazla düşünme inancımdan vazgeçtim. Her şey hakkında çok bildiğim varmış gibi yaşamak istiyorum. Alttan, üstten-sağdan soldan her bir şeye gelişigüzel boyama işi benimkisi. Kendimi düşüncede bu şekilde sınırlandırarak, ama uygulamada özgür bırakarak yaşamak. Bana muzipçe gülümsediğinizi duyumsuyorum. Bu tür yüzleri başka yerlerden de tanırım. Silik varlığımla uyuduğumu sanırlar. Uyumam, ama düşünmem de.

    Kimin veya neyin sırrına ulaşmaya çalışıyorum? Ulaşsam n'olacak? Uzak köşelerde tuzaklar var. Yaşlandıkça bunu idrak ediyorum. Zihnimin ve fiziğimin gücü tükenirken, mezarlığa bakmadan edemez oldum. Her heyecana bir kişilik, ruhun her haline bir ruh kazandırmak devri çoktan geçti. 

 Keşke gülüp geçebilsem bu yazdıklarıma. İçlerinde tam tersi bir şeyler olduğunu hissetmiyor değilim. Ama, düşünerek gafil avlanmaktan, üstüme yük yüklemekten, gerçekliğin soğukluğuyla kalmaktan bıktım biraz. 

    Descartes, 'Düşünüyorum, öyleyse varım' demişti. Çatılara vuran son yağmur damlaları hız kesip de, bizim balkondakaki yeni astığımız beyaz gömleğime ağır leke bırakmaya başladığında; sokağımızdaki arabaların egzos dumanları yine aynı gömleğin üzerine is bıraktığında; bunları görerek ama üzerlerinde düşünmeyerek, salona girip müziğin sesini açıyorum. Müziğin ya da düşünmenin hafif bir soluğu, ne olursa olsun, yeter ki öyle ya da böyle bir şey hissetmemi sağlamasın, ne olursa olsun, yeter ki düşünmekten beni alıkoysun. Çünkü ben çok zaman çok etraflı düşünmeden, öyle de yaşamayarak -ucube söylem kabul ettiğim an'da kalmayarak- kendi yanımda kalarak, düşünmeye veya yansıtmaya bağlı olmadan, sadece güneşin tadını çıkarmak istiyorum. 

    Saygı ve sevgiyle kalın.











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KENDİME BAKABİLDİĞİM ORANDA ALEMDE HER ŞEY TANIDIK

YAZMA İŞİ

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri Ardından