KENDİME BAKABİLDİĞİM ORANDA ALEMDE HER ŞEY TANIDIK
KENDİME BAKABİLDİĞİM ORANDA ALEMDE HER ŞEY TANIDIK
Doğanın içinde doğayla nasıl çalışırız ve karşılıklı nasıl anlayış sahibi oluruz konusunu irdelemek istiyorum. Bu yazıyı bu maksatla yazdım.
Anton
Çehov ile Lev Tolstoy bir kır gezisinde gördükleri bir at üzerine
konuşurlarken, Tolstoy’un, güneşi, toprağı, çimeni, çiçeği atın hisleriyle
anlatması üzerine Çehov, “Bundan önceki yaşamında at olarak yaşamış olmalısın” deyince, “Kendime bakabildiğimden beri alemde her şey tanıdık” der Tolstoy.
Ne yapıyorsak yapalım, kendimize bakabilmeyi doğanın içinde olarak, hafızalarımızda izleyerek, öğrenerek, işleme ve anlayış pratikleri yaparak tanıdık hale getirebiliriz.
“Hiçbir şey yerinde durmuyor; değişim ve
dönüşüm bir gerçek ve bisiklet üstündeyken tekerler sürücüsünü düşürmemek için
dönüyor dönüyor…” Bu basit ama herkesin
bildiği gerçekçi bir söz. Peşinen kabul de edersiniz; evren kendi içselliğinde
daralarak, genişleyerek sürüp gitmektedir. Yaşam ile ölüm arasında canımızın
istediği dilimde durmak imkanımız yoktur. Ne kabullenişin ne de isyanın bir
noktada faydası var. Bir tarafta, Papua Yeni Gine’de halk hala ellerinde
mızrak, sopa ile geziyor; öteki tarafta medeniyet diye birbirimizi kırarak
dökerek, bu arada iyi şeyler de yaparak tarihte ilerlememiz var. Yani, bir
anlamda yaşayanız, diğer tarafta izlenimci.
“Hangi tarafta kalacağız?” soru bu mu olmalı yoksa “Ne yapabilirim?” diye mi sormalıyız kendimize. Benim kanaatim, birey kendi pahasına içinde yaşadığı toplumun sağlıklı ilerlemesine rasgele yapabildikleriyle değil, düşünülmüş iyi şeylerle hizmet etmelidir. Bunu bir örgüte, partiye, hatta bir ideolojiye bağlı olmadan da yapabilir. Tepkilerimizde kendimizi tekrarlamadan, çaresiz çırpınışlarda tükenmeden, “Ne yapabilirim?” i düşünmeye, yeni bir yaşam ahlakını tartışabiliriz. Her birey kendine sorsun lütfen. Gerçek şu ki; kötülüğe kapılıp veya hiçbir şey yapmadan korumacı kalarak “edilgenleştikçe” değişim erteleniyor, “olacağına varıyor” ve biz buna kader diyerek düzenin sürmesine itki veriyoruz.
DOĞADA ETKENLİK ANLAYIŞIMIZ NASIL OLABİLİR?
Bu terim neler anlaşılabilir?
Birincisi; “Doğa kendi
değişimini bildiği gibi yapacaktır, bizler içinde diğer canlılar gibi bir
kategoriyiz, izleyelim ve olduğumuz gibi –bir kuğu nasıl yaşıyorsa- içinde
olalım… Doğa zaten sana verecektir, sen ona uyumlanarak yaşamaya bak…”
İkincisi; “İçinde yaşarken, başta kendimiz olmak
üzere başka şeylerle de ilgilenirken, her bir şeyin yaşam hakkı adına doğayı
bizim de çatımız kılalım…”
Üçüncüsü; “Her şey insan için yaratılmıştır, tepe tepe kullan ne varsa!.. Doğayı yaratan onu kendi düzeniyle donatmıştır, vakti gelince kıyametini de koparır…”
En iyisi “Birarada mutlu yaşamak” olacak. Peki bu mutlu yaşama ahlakını ve adaletini hangi dinde, hangi öğretide ve hangi çabada ne kadar şekliyle bulacağız ve sonucu kim belirleyecek? “Kurala ne gerek var, akışta olalım” demeyin. Çünkü yaşadığımız üzere; dünyamızda ayrımcılık, dangalaklık, haramzedelik, şerefsizlik, kindarlık, savaşlar, yapma ve bozmada büyük çabalar, afetler dahil su baskınları, erozyon var. 2024 yılında geldiğimiz noktada demek ki iyilerin çabası yeterli olamadı ve alev topuna çevirdik mavi gezegeni. Bunu bir bilelim, kabul edip üzerine konuşalım.
KENDİN OL ile KENDİLİĞİNDENLİĞİ anlamak
Bu terimelerin ne manaya
geldiğine kısaca değinelim.
Kendin olmak; bilgeliğe giden
yolda olman, sabırla kendini inşa etmendir.
Kendiliğindenlik; belirsizlikle
yoldaş olmaktır, tesadüflere bırakılmışlık vardır.
Doğa bize hangisini der? Kendisi “kendi olurken”,
biz “kendiliğindenliği” mi seçmeliyiz? Tam
tersi mi geçerli.. Ya da bi şey geçerli olmasa mı?! Yanıt verememek daha iyi
belki. Ama ben yanıt vermek isterim; onarıcı çalışmalar var, ıslah çalışmaları
var, bunlar uçuk kaçık terimler değil. Kendin olmak’a hizmet eden değerli taraf
olmalardır.
DEMEK Kİ, İYİ ŞEYLERİ ÇOK DAHA FAZLA YAPMALIYIZ!
Durumu idare etmeyi marifet sayan
yöneticiler vardır, hayata dokunuşu “zarar” hanesine yazarlar. Belki de bozulan
doğayı sağlıklı yaşama kavuşturmanın ilke ve adabını bilmemekteler.
Şaşkınlıkları fazla olabilir, dahil oldukları projelerde bilgi ve becerileri
eksik de olmuş olabilir. “Bereket mantığı” ile doğada kalmak “doğru ahlakla”
örtüştüğünde mutluluklar gerçekleşir diyorum.
Kendi aramızda empati.
Doğayla aramızda empati.
Faydacılık mesela.
İyi şeylere getirme ve
orada birarada kenetlenme olabilir.
“Yaşadığım bugüne ve geleceğe dair söyleyeceklerim var” diyebiliriz. Yani,
içinde olduğumuz an’ın idrakı ve sonraki saliseye gözucuyla bakabilmek yetisi
bizi varlıkla özdeş yaparken, önümüze de ışık tutacaktır. O, “salise hali=bakış
gücü=değişim esintisi aslında yaşamı “ayakta tutan” en değerli gerçektir veya
hissiyattır demek isterim. An’dan önceki salise ve çok öncelerine ait olan
zaman, aslında sadece tecrübe ettirerek tarihin sayfalarında yerini alır ve
faydası olacaksa da olur.
Benim doğa ile dost olma
anlayışım; işler adına değişimin içinde olarak veya iyi yönde katkılar koyarak,
her iki taraf için de en faydalı hale getirmektir. Bu da bir anlamda “faydalı bilim
yapmak” olmuyor mu? Evrene
bakışımda taraf olduğum 3 kelime işte. Reddettiğim ise, hep yapıldığı üzre “bilim yapmak” denen 2 kelimeye indirgeniştir.
İYİ ŞEYLER YAPILIRKEN NELERE DİKKAT EDECEĞİZ?
En iyisi hiçbir şey yapmayalım, olduğu gibi kalsın, doğa kendi haliyle işlesin, bizler de onun yanında onun asal işleyişine göre durmadan tedbirlerimiz alalım. Yani, yağan sağanak yağmur her defasında evimize su baskını yapıyorsa, alalım evi başka bir yere taşıyalım, orda da başımıza bir tufan gelirse, bu da yıkım olabilir, ya oradan başka bir yere gidelim ya da evimizi her şeye karşın sağlam inşa edelim. Suyun akışını başka bir yöne vermek olmaz. Ağaçlandırma ile rüzgar yönünü değiştirmeyelim. Doğada tohumlar kendiliğinden uçuşur ve çimlendiği yerden bitkiler kendi alemini oluşturur. Toprağı da yaralamayalım, bu şekliyle ekim, dikim sistemi sürsün. Gübre işi de saçma, eskiden gübre mi vardı, diyebiliriz. Arazi taşlık ise, öyle de kalsın. Biz sadece ne istiyorsak, ona uyumlanalım ve elimezi ne geçerse hasat o olsun. Fabrikalar dayanıklı malzeme üretsin, bilim bunu beceremiyorsa o vakte kadar da yeniden inşa eziyeti ve ekonomisi yüklenilsin… Doğru ya da saçma bir sürü fikir burada yer alabilir. Öyle de yazdım zati.
Peki bir şeye “İyi şeydir bu” diyebilirsek, argümanlarımız ne olmalı veya
çoğaltılmalı? “Kötü”
nedir?” i yanıtlasak, buradan
ilerlesek, sentez bize bu başlığın yanıtını verebilir mi? Bence labirentte her
ikisi de peynire ulaştırır.
Ben pozitif yoldan gideceğim. Acaba
şunu mu demeye getiriyoruz; “iyi şeyler yap ama dikkati de elden bırakma”. Tam da dediğim bu işte. Ana unsur doğa, çatıyı delik
deşik etmeden, ona zarar vermeden faydayı elde etmenin yolunu bulmalısın.
Permakültür ilkeleri ve organik etik doğa anlayışı bunu söyler zati. O zaman
değişimi oluşturan değişim gücünün “iyi olması” farz.
Doğayla çalışırken bunu unutma.
Neticede, yaşadığımız ve
yaşattığımız mekanlarda her şeyi en az iki ucuyla düşünmemiz şart. Nelere nasıl
dikkat edeceğimizi her bir işlemde değil, çoklu, analitik veya benzer terimle organik
olarak düşünmek şartıyla projelerimizi gerçekleştirebiliriz. Tabi şu da var;
bugün düşündüğümüz çok faydalı bir şey, yıllar sonra “şok”çok yanlış yapılmış bir
anlam da taşıyabilir. Şimdiki zamanda doğa üzerinde bir tasarım geliştirirken,
planlama süreçlerinin uzun tutulması, geçmiş tecrübeler ve izler cebimizde, üzerinde
her tür tartışmanın yapılması, bilimsel araştırmaların ve uzman öngörülerin
masaya yatırılması “ilerleyişi izleme ve kontrol etmede” çok çok gereklilikden ötede zorunluluk taşır.
Çoğunlukta ortak kararımızla “Biz yaptık böyle oldu” cinsinden şeyler elbette kabul görmemeli.
Tasarım sürecinin
ciddiyeti çok şeyi sağlıklı karara bağlar. Özellikle doğal yapının bozulmasını
sağlayacak tasarımlar üzerinde iki defa, beş defa düşünülmelidir. Milyarlarca
yıllık doğal yapı bozulacağından, buralarda çalışmak yerine, doğanın kendi
içinde “bozunum” gibi gördüğümüz alanlarda iyileştirme çalışmaları
başta doğaya dönük, yanında kullanıcıya dönük yapılabilir. Her zaman şu soru
ilk növbede sorulmalı: “Başka bir alternatifimiz olabilir mi?”
GEREKSİZLİĞİ
BULMALIYIZ
Çalışma alanlarımızda illa ki çok şey yapmalı
mıyız yoksa çok gerekli olanları inşa ederek yaşamalıyız? “Gereksizlik” veya
“İdame ederek
yaşatma” da işimize
yarayabilir.
Felsefi “ihtiyaçsızlık” çıkarımı: “Çokluk dikkati
dışarıya yöneltir , sadeleşme ise içeriye ve öze . Sen eğer dışarıya akarsan ,
dağılır ve parçalanırsın . Ama öz'de yoğunlaşır ve onu hareler şeklinde
genişletebilirsen , kapsayıcı ve besleyici bir kaynağa dönüşürsün.”
Arthur Schoppenhauer, “Birbirlerini en çok büyüleyenler, birbirlerini en çok tamamlayanlardır,” der. O zaman tamamlayıcı olarak çalışabiliriz doğa içinde. Doğaya “sıçrama” yaptırmaya ihtiyaç yoktur, nakış nakış da işleyebiliriz, onun öğreticiliğinde iplerin birbirine nasıl bağlandığını görebiliriz.
Hepsinin içinde “Geleceğe
Kartpostallar” vardır:
İnsan doğa içinde düşünür…
İnsan doğa içinde hayal kurar…
İnsan doğa içinde eğlence gücünü artır…
İnsan doğa içinde kalarak ona zarar verenlere
önlem alır…
İnsan doğa içinde dar kafalılığından uzaklaşır…
İnsan doğa içinde doğaya had göstermek için
yaşamaz…
İnsan doğa içinde küresel sermaye ve küresel
kapitalizme direnir.
Bir hatırlatma,
söylenir ki:
“Unutmayalım ve
saygı duyalım:
Böcek türlerinin
sayısı 950.000
Balık türlerinin
sayısı 30.000
Kuş türlerinin
sayısı 9,956
Maymun türlerinin
sayısı 260
İnsan?
Neandertal,
Denisovan, Floresiensis,
Yok olunca kerdeş
türlerimiz, dünyada 1 tek biz
kaldık; Homo sapiens.”
BEN NE YAPMAKTAYIM?
Yukarıdaki soruyu kendimize her daim sormamız
gerekir. Dünya insanın elinde… Sevgiden başka yok mucize. Doğayla dost olarak
yaşamayı elden bırakmayalım.
Kendimizi kurtarmak için
başkalarına despotik zararlar veremeyiz, beklentiler içine giremeyiz. Yaşamın
ve yerküremizin ne kadar hassas dengelere dayandığını biliyoruz.
Kendimizi kurtarmaktan çok, hayatta olduğumuz müddetçe, tüm canlılarla birlikte gezegenimizin de sorumluluğunu yüklenebilmeliyiz. “Yapmakta olunan şey” bu olmalı.
SON SÖZ
Kazarak, yıkarak, plansızca tekrar yaparak, bozarak ve tekrar yaparak “doğanın ruh sağlığını” bozmaya hakkımız yoktur. Doğanın öğretisine güvenerek, onu ciddiye alarak, “ortak faydada buluşmak” mümkündür. Köy Kent kültür öğretisi bu olmalıdır.
Doğa içinde çalışırken, hangi eylemde bulunuyorsak ve elimizi ne işe atıyorsak, korkmadan, sabır ve cesaretle hem de, “Ben Ne Yapmaktayım?” sorusunu ilk növbede kendimize sormalıyız ve gayet doğaya dönük yanıtlarda buluşmalıyız. Gözümüz doğa üzerinde olsun ama, en çok da kendi üzerimizde olsun.
Sevgiyle kalın..
Yorumlar
Yorum Gönder