KENDİ RUHUMUZ

    KENDİ RUHUMUZ 

    Gözyaşlarıyla çok tanışanlar; hem de kaldıramayacak yaşta ve fazla yükte olan insanlar var. Onların elinden tutanlar, yüklerinin bir kısmını omuzlayanlar da azımsanamayacak sayıda var, şükürler olsun. İyilikler enlemesine uzasın gitsin. Ruhumuzun sık sık yaşadığı, yaşamın gündelik, alçaltıcı sıradanlığından kurtulmasını en güzel katmanlardan biri olarak görüyorum. Tanrı taşyürekli insanlardan korusun çaresiz ve düşkünleri. Bu kış günü sabahlar sıcak yatağında yatana da, dışarıdaki soğukta kendine bir koyuk arayana da geçmekte. Kimin ruhunda neler kopmakta, neleri hizaya getirmekte bilmek zor ama tasavvur edilebilinir. Yoksunluk ve acı çekenlerin alın terinin ve gözyaşlarının aşk için ağlayanlardan daha özgün ve kıymetli olduğunu da düşünüyorum doğrusu. Yakıcı ve yıkıcı gözyaşları. 
    Annesini kaybettiğinde daha bir yaşında olanlar; babasını kaybettiğinde elli yaşında olanlar; çocuğunu kaybedenin yaşı önemsiz, durdurulması ve bastırılması zor acılar meselesi yani; bir Tarkovsky filmi gibi; ölmemiş ama acıdan bitik insanlar. Yine, aynen, uyandığında, her uyandığında başka kucakta olan genç kızlarımız ve oğlanlarımızı uyduruk kimliklerin elinde oyuncak olarak görmemek üzere aklımı başıma toplamak istiyorum. Aile içi şiddete de iğrenççe taraf olan yobazları da unutmuyorum.
    Hangi ebeveyn evladının yüzüne öpücük kondurmadan keyif almaz ki; derinden kopup gelen sevgisiyle kucaklamaz istemez. Hangi çocuk güvenli ellere ve kucağa kendini bırakmaz ki. Düşlere kadar girecek bu güzellikler varken, ortada dönen gerçekler alçaltıcı ve çok başka. 
    İnançlarımızın kendisi yazgımızın yönünü belirlerken, elimizden gelmeyen ve "Kıyamette cezasını çeker inşallah" dediğimiz olaylar ne kadar da çok artmakta. Adeta, yaşlı kaşarların yönetiminde bütün ülkelerde yaşamın heyecanını taşıyan çocuklar ve özellikle gençlere börtü böcekmiş gibi bakılıyor.  

    Saygıdan ve sevgiden nasiplenmemiş çakallar size sesleniyorum; kadınları bağrınıza basarken, onları sevgiliniz, eşiniz, arkadaşınız ve işçiniz yaparken, öte yandan başka yaptıklarınıza da bakarak kendinize gelin. Fırsat eşitsizliğini yıkmak için çalışın.
    Size de bir çift sözüm var aklının dikine giden kadınlar; size uzak düşmüş erkekleri kendilerini anlama yolculuğuna çıkarmayı deneyin ve de elbette hayatın her alanında biraz dik başlı kadın olmaktan da korkmayın. 
    Her iki taraf için: Orda burda tıngırdayıp durmayın. "Ondan gelsin" diyerek bu arada birbirlerinizi dibe vurdurmadan evvel 2 ölçün 1 biçin lütfen. Hayal gücünün erkek ve kadın diye ayrımı yok. Ruh gücü ise sonsuz. 
    Anneniz veya babanız sizden uzak yaşıyorsa, gençler size de sözüm var; bi sorun hele, "Neden bizden uzak yaşamayı seçtiniz?" diye. Merak edin. Onlardan birinin yıkım haberini aldığınızda mı aklınızı başınıza devşireceksiniz? Belki de, büyük olasılıkla son duruma bakıp şaşkın kalacaksınız. Duygusal dünyanızın karanlık köşelerinde bencilce kalmayın, ruhunuzun veya benliğinizin bir parçası olmasın umursamazlık.

    Herkes uykuya daldığında, evin öteki odasından iki ses duyulur; biri saatin tik takları, ötekisi bir babanın hıçkırığı. Ağır ağır gömüyordur kendini. Bir çocuk olarak uykunuz kaçar bu sesle. Bir kez bile yaşansa, bu size bir ömür boyu tramva olarak kalabilir. Karanlıkta uzanıp yatamazsınız artık. Karanlıklar hıçkırık anısına, kabusuna dönüşür. 
Üniversite yıllarımdayken bir gün bir sohbet için bir makamda bir müdür bey ile tanışmıştım, o anlatmıştı: "Bizim evde ben tamamiyle uykuya dalmadan evin hiçbir ışığı kapatılmaz." Meraklı bir durumdu. "Neden?" dedim. Devamında yukarıdaki baba hikayesini anlattı. Karanlık fobisi olmuştu. Ruhunu böyle iyileştiriyordu. 

    Henüz uyumadım, uyuyacağım da yok. Bir el örgüsü şalın vefası ve bir de çıplak vücudunda sigara söndürülen fransız bir genç kızın öyküsü vardı bugün duyduğum. Bunlar uykumu kaçıran şeyler değil ama, ruhumu derinden etkileyen şeylerdi. Uykunun benden kaçtığını bilirim zati. Geceyi inkar ettiğim de söylenir. Bir ıstırap molası benimkisi. Koskoca bir konuyu ufak anlayışlarla yüklenme işi. En azından kılık değiştirmiyorum, aklımda ne varsa onu döküyorum. Ruhumuzun etkin görme duygusunu ortaya çıkarmaya çalışıyorum bununla. Varoluş biçimime bir iki söz. 

    'Hikaye Avcısı' kitabını Eduardo Galeano yazmış, keyifle okumuştum. Masal anlatıcısı başka bir fransız olan Judith Malika Liberman aklıma düştü, ülkemiz Türkiye'de yaşıyordu. Önemli bulduğum iki kişilik. Güzel insanları heybeme doldurmaktan onur duyarım. Onların zihinlerine bedenimin uyuşukluğunu uzattıkça, şimdi o kadar uykum var ki, fizikötesi bu insanlara dokunduğmu hissediyorum. Onların arasındayken bir de kendimi kaygılı hissetmiyorum. Zihnimi gevşeten insanlar. Ruh körlüğüne ışık tutan insanlar. 

    Halet-i Ruhiyem beni ordan oraya sürükler. Onun yönlendirmesine her zaman güvenemem, kendimi ona bırakamam. Hep en sevdiği işleri yapmak ister. Bu da beni tek yönde yetiştirir. Bir konuya odaklanılacaksa, belki iki-üç iyi bir şeye, değişik durumlar yani. Afyon gibi kafayı takarsın ve seni bitirine kadar üzerinden eline çekmez. Ruhunuz sizden el çekmediğinde buna 'tutku' deniyor, ne kadar rahatlatır ne kadar işinizi bitirir eşiğinize bağlı. Ruh halini 5-15 ana konuya bağladığımızda, bu 'bilgelik' yolu oluyor bana göre, mutlaka bir kontrol çavuşu da ruhun başına dikmek lazım, yoksa gözü takıldıklarından başka bir şey görmez; neticede tüketen yalnızlıklarda yanma ihtimali var. Mevlana gibi küllerinden tekrar doğmak imkanı olmayabilir çavuş olmadan. 

    Fazla uyku da insanın beynini çürütür. Günlük yaşantının içinde bizi aciz kılar. Görüntüler, renkler çorbaya döner tembelin hep aynı şeyleri yapmasından, aynı hafızanın esiri olmasından bahsediyorum. Fazla gereksiz olan her şey uykulu insanın ilgisini çeker. Yeteri kadar uyku diye de bir şey yoktur aslında; uykunun kesinlikle 'yeter sayılabilecek' düzeni vardır ve kişi bunu kendine göre ayarlayabilir. İbn-i Sina'nın dediği gibi, "Fazla yemek ağudur" ve uyku için ben de bunu düşünürüm. 

    Erken kalkın. Saat 04:00 ila 05:00 arası iyidir. Bir yolunu bulun. Erken yat; erken kalk. Farkı az az göreceksiniz. 'Erken kalkıp ne yapacağım?' ve 'Sanki başka işim yok yani?' de denebilir ve en çok da 'Dertlerim başımdan aşkın zati, bu adam ne diyor?' da denebilir. Erken kalkmanın amaçlarındandır bu üç soruya cevap vermek zati. Onlarca soru sorulsa, yine hepsinin cevabı da ordadır. Erken kalkmalarla, hayatın doğal labirentinden kurtulmak için kendinize soru sormalar ve odaklanmalar başlar. Acıtasyon üzerine değil, kendine çekmeler üzerine kimlik gelişir. Ruhumuzu bir küre gibi avucumuzun içinde tutma ve orada 'kendimizi objektif görme şeffaflığı' başlar. Günlük, haftalık yapacağımız şeylerde planlarımıza odaklanır, kötü şeyleri düşünerek onların üzerinden gitme bağlarını koparma şansını yakalarız. Hayata tutunuruz vesselam. Enerjiye inanıyorsanız, pozitif enerjiler erken saatte bir ışık gördüğümde penceremde, kapımı çalar. Bunlar içsel sese dönüşecek iyi dostlardır. Dua gibi. Her şey daha engin, daha derin. Kendinizi hatırlarsınız. Kendini hatırlayan insanlar kötü olamazlar, bir yolunu bulurlar kendilerine dönük iyiliğin ve zehirli topraklarda yaşamın gelişmediğini öğrenerek. 
    Nitekim, biçimsiz durmanın olumlama yolunu bulabiliriz. Belli belirsiz durmalardan kurtulabiliriz. Bir şeylere, ufacık bir şey de olsa bayrak açın elinizden gelenin en iyisini başta kendinize sonra da ışık olacağınız şeylere karşı. Hele başka imkanlarınız varsa bu işi daha da hızlandırarak kolaylaştırır. Yardımlaşma, içinde hediyesini taşır kendisine dönük. Heves verir. 

    Rusya savaşında Ukrayna'lılara elbise ve ilaç yardımı yaparken yardımlaşma örüntüsünün gücünü bana on yaşındaki bir oğlan çocuğu daha dün gösterdi. Küçük bisikletiyle küçük bir karton kutu taşıyordu yardım organizasyonuna. İçinde bir çift ayakkabı, yine kullanılmış kalem ve iki üç defter ile bir de yeni barbi bebek. Kutunun içindekileri görünce, ruh halimdeki duygulanmayı anlatamam, kendimi erittim ve bir kez daha doğurdum adeta. Bu duyguyla garaja yöneldim büyücek bir kutu hazırlamaya. Hayatın bana keseceği faturayı azalttım biraz! Tatlı duygulardır bunlar. Aynı tatlılıkta da cevaplar alınır doğrusu. Yaptığımız, düşündüğümüz, olmuş olduğumuz her şey bir 'teslimiyetler toplamından' başka bir şey değildir. Bunu kabul edemiyorsanız, 'sahte yaşamış' olabilirsiniz. Perde kalkarsa çok yalnız kalabilirsiniz. Anlam aramayın; tekdüzelikten kurtulmak için anlamın gelişini yakalayın.

    Kendi ruhumuz! Ruh nasıl beslenir? 
    Yeter ki kirletmeyin onu. Bu cevaptır. Onu salağa yatırmayın. Bu da başka bir cevaptır. Sanatsal yönünüzü beslediğinizde, bilincinizin iniş ve çıkışlarını iyi takip ettiğinizde, canınızı yakan şeylerden uzak kaldığınızda, ufaktan ufaktan kendiniz olduğunuzda, elbette en temel şeylerden birisi çalışkanlık bu arada, iyi şeylerin başınıza gelme olasılığı yüksektir. 
    Yine 'güzel bir göz' ün olması gerekiyor. Elinde değnek yürüyen yaşlı bir ninenin arkasından baktığımda bilincimin sınırlarını aşan güzel hayallere kapılıyorum. Kendine hiç ağırlığı yok. Vaktini hisseden, anda yaşayan, gerçek bireyselliğin kavramı bu; 'merhaba evladım' derken beni bir hiçlikten kurtarıyor. Irmağa eğilmiş ürkekçe suyunu içmekte olan, yaklaştıkça adımlarımın farkında olan köpeğimin daha bir güven içinde olmasını hissediyorum. Eve gittiğimde camları iyice bir parlatmalıyım. Güneşi yeniden hissetmeli. Ruh halimi, "kendini bilmemek, yaşamaktır" diyen Fernando Pessoa'dan biraz kaçırıyorum bilerek. Uykuyu uyku yapan, sonunda insanın uyanması ise, Pessoa'da beni bu sözüyle uyandırmış oluyor. 

    'Canı yakan şeylerden uzak durmak' nasıl olacak? En sevdiğiniz şeyleri başkalarına vermekle başlayacak. Böylelikle o kadar çıplaklaştığınızda geriye kalan tek değerin kendimiz olduğunu hissedeceğiz. Ruhumuz sihirli bir lambaya dönüşecek. Beklediğimiz 'cin' biz olacağız. Biz kendimize, 'Dile benden ne dilersen' diyeceğiz. Bu bir iç ses uyanması. Herkesin başına her an gelmez, ama üzerinde durulursa yaşanır. 

    Mesela, bir ay boyunca evsizin birine öğle yemeğinizi verin, siz aç kalın. Böylece kendinize bir hediye. Bir ay boyunca iki üç konu üzerinde yoğun çalışma yapın. Böylece odaklanmanızı artırırsınız. Birkaç ay otobiyografi okuyun. Böylece biraz doğru, biraz eğri yaşamları görmüş olursunuz kendinize göre. Bir iki atölye çalışmasına katılabilirsiniz. Böylece yeni fikirler ve yeni insanlarla birarada olurken kendi varlığınızı sorgularsınız. Güzel bir şeylerin ardında koşun, gülmeyi biraz artırarak, hadi gülümseme olsun, kendinize gelin böylece. Sevmediğiniz işinize yine devam edin. Ona en sonunda bir çare bulunmaya çalışılacak. Hele önce kendiniz bir ayağa kalkıverin... Bana gelince, ve ne hissettiğimi ne/neyi hissetmek istediğimi biliyorum. Ne düşündüğümü ya da kim olduğumu. Hayat sürekli gözlerimin önündeki pencerenin arkasında soyunuyor. Pencereye yaslanmış gövdemle beni ilgilendiren içerdeki fırsatlar değil, penceremin camını sürekli silmeye çalışarak arkada kalanı anlamak. 

    Bu bir blog. Bir kitap değil. Ordan burdan değinmelerle konuya anlam bulmaya çalışıyorum. Herkesin deneyimi kendine ait. Başkalarından beklediğiniz 'candan ol' un projektörünü kendime tutmaya çalışıyorum. Sohbet iyidir, yakayı dikleştirir. Sohbet iyidir, ruhun onurunu unutmuş olmanın utancını attırır başımızdan. Perdeyi azıcık aralayın. 

    Çöp arabası yanaştı sarı kapaklı kağıt konteynerlerini boşaltmaya. Şoför arabada. İki kişi aracın yanında işlerini yapıyorlar. Biraz önce ne düşünüyordum?! Etrafı saran yoğun ışık seline bakılırsa, gökyüzü maviye kesilmiş durumda. İçimde huzur yok. Huzursuzluğu tatmak için istek de yok. İyi bir gün başladı başlayacak demek ki. Tanrının evladı da olabilirim evlatlığı da. Bu biraz da bana bağlı değil mi; nasıl kabul ettiğime.

    Saygı ve sevgiyle kalın.

















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KENDİME BAKABİLDİĞİM ORANDA ALEMDE HER ŞEY TANIDIK

YAZMA İŞİ

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri Ardından