DURUŞ

                                                                            DURUŞ

    Nedensiz, bazılarına kalpte yer verilir. 
    Kalpte yer verilenin aklına bile gelinmez. 
    Şimdi açsam kapıyı, sen gelsen... 
    Bence sen gelme, 
    Cemal Süreya gelsin, Oğuz Atay, 
    Hasan Hüseyin Korkmazgil mesela. 
    Edip Cansever, Can Yücel. 
    Kadınlardan da şairler olabilir, 
    Mesela Tomris Uyar bana uyar. 

    Neden bu konu? 
    Değişen evrende kendimizi de dünyanın değişimine uydurmak zorunluluğu vardır. Çünkü, görevimizi yerine getirmeliyiz, dünyamızı el üstünde, kalbimizin yanında tutmak için. Çünkü o bize yaşamak için fırsat vermiş oluyor, başka bir yerde henüz hayat olduğunu bilemediğimizden, evimize sahip çıkmak için kendimizi iyi yetiştirip dünyaya hizmet etmeliyiz. Dünyaya hizmet demek, aslında kendimiz dışındakilere hizmet demek oluyor. Kötülerden de korumalıyız aynı zamanda gezegenimizi. Bunu peşinen bir tarafa yazalım.
      
    Klasik söz neydi? 
    'Her şey kendini sevmekle başlar'. 
    Sevmek, bir kavram. Bu kavramın içine kendimizi bir sokalım. 
    Neresinde duruyoruz bu yelpazenin?

    Kendimize karşı biraz 'sinir bozucu' olalım. 
    Güzel aromalı bir elma yemek istiyoruz ama, elma ağacını ne babamız ne de biz dikmişiz. Ah, bir elma olsaydı iyi giderdi, demenin bir faydası yok. Bu sadece tembel ruhların isteğinde dilde kalır. Bunu değiştirmek için, yarından tezi yok bir elma ağacı dikmelisin bir yere. İkinci örnek, ah bir spor ayakkabım olsaydı ne iyi koşardım, demenin bir faydası yok. Koşmayı önce zihninde biçimlendireceksin, yürüyerek kondisyonunu bir hale getireceksin, sonra bir çift spor ayakkabısı temin etme yollarını araştıracaksın. Bulduğunda ya da satın aldığında da hazır olmuş olacaksın koşmaya. Param olsaydı bak neler başarıyorum, üçüncü örneğimiz olsun. Parayı bulma çoğu zaman bir çalışkanlık ve akıl işidir. Bunu yıllarca yapmak lazım. Para olduğu zaman ne kadar hevesin, ne kadar gücün ve ne kadar da zamanın kaldığı o an büyük sorun olabilir. 

    Bu saydıklarım herkes için geçerli değil. 
    Çok fakirliğin, fırsatsızlığın, imkansızlığın... olduğu durumlar elbette var. Engellilik var, güçsüzlük var. Başkalarının sille tokat tepelediği durumlar var. Her ne olursa olsun, her birey kendi ortamını iyice bir kendine tartmalı ve yol aramaktan hiç vazgeçmemeli. Sevmek bu yüzden, kimine uzun bir kelime, kimine kısa bir kelime gelecektir. 

    Çürümeye yüz tutmuş olabilir miyiz? 
    Her gün aynı şeyleri yapma kolaylığına kaçarak mesela. Başkalarının yaptıklarını görmezden gelerek mesela. En önemlisi de, yapmamız gerekirken tembellik edip geriye atmak kendimizi. Bu durağanlık ve gerilemenin yıllar sürmesi. Daha kaç yıl geçmeli başımızı kaldırmak için? Yaz uykuları uzun sürerse, kış uykusu dönemi inanın beş kat daha uzun sürer. Ne tesadüf ki, şimdilerde Aralık ayının başındayız. 

    Bu yazımla kimseye nasihat verecek değilim. Sopayı kendime de sallamaktayım elbette. Doğru atılması gereken her zaman yalnızca tek bir mantıksal adım vardır ve yeri geldiğinde bu atılmalı. İyi yapılan şeyler fark edilir, onlara karşı ileri bir adım atılırsa, inanın çoğu zaman bu yeterli olur, sonrası gelir. Kat edilen yol az az artar. Ama acizlik içinde dolanıp durmak ruhu zehirlediği gibi fiziği de felce uğratır. Duyumuz zayıflar, görmemiz keskinliğini yitirir, yediğimiz ve içtiğimizden tad almaz oluruz. Yavaş yavaş ölmek demektir bu. Onlarca yıl sonra geriye bakıldığında, vücuttaki krişlerin yerinden çıkmış ve iskeletimizin de, bakışlar dahil yıkık bir köprü gibi durduğuna tanık oluruz. 

    Kardeşim ne yapıyorsun? 
    Ne için ne yapmaktasın? 
    Niçin ne yaptığını biliyor musun? 
    Nereye kadar bu bulanıklık? 
    Maddi dünyadan geri çekilme, bilgiden uzak durma, bilim ve teknolojiyi küçümseme, bedenin ve hazların reddedilmesi, totaliter rejimlere alkış, aklın inançtan ayrılması, kahramanlıklarla yaşamı idare etme, 'bana öyle geliyor ki' diye diye aklını peynir ekmekle yeme... 

    Hakkıyla kavranılamadığı için kadar bulanıklık var yeryüzünde. 
    Sen bunun neresinde duracaksın? 
    Her gün televizyonun karşısında elde kumanda ile mi? 
    İşinin dışında pek bir şeyle uğraşmama mı? 
    Zamanı kullanmayı kırk yaşına geldiğin halde beceremeyerek mi omuz vereceksin ciddi insanlara
    Belki de, 'inşallah-maşallah-şükür' diyerek 'uyum öğretmeni' olmuşsun her olaya karşı. Bunu yap, ama teslim olma. Bir birey bir toplumun dip notu gibi yaşamamalı. Konu başlığı, ara başlığı olmalı en azından. Aksi takdirde, güçlüler daha hadsiz oluyor, daha baskıcı ve yaşam alanlarını bir bir zehirleyen, yok eden saatli bombalar gibi aramızda dolaşıyorlar, bunlara imkan vermiş oluyoruz. 

    Çağdaş düşünce insanı boğmaz. Bitmek tükenmek bilmez tartışmalarla düşünceler yerine oturur. İyilerin bir külliyatı vardır. Ona ulaşmak lazım. Yalnız değilsin, değiliz. Bunun için hatırlattım burada. Örgütlü insanlar var. Yanlarında veya arkalarında duran ciddi kurumlar var. Ben onların arasına girmez isem, sen girmez isen, onun haberi bile yoksa, kim toprağın, suyun, derenin, kayanın, ormanın, arının yanında durup, haklarını savunacak? İyi bal mı yemek istiyorsun, bu nasıl olacak? Nefis bir çay içmek istiyorsun, bunu kim hazırlayacak, paketleyecek? Ben ülkeme vergi veriyorum, çalışıyorum, para kazanıyorum, başkaları da emek vererek başka şeyler üretiyor, ben satın alır işime bakarım diyebilirsin. Ama bu yetmiyor, duyarlılığını taze tutmalısın ve korumalısın. Her şey karşıtlık içindedir, bunu görmezden gelemezsin. Çıkarcılık ve yozlaşma hem kamusal alanlarda hem de bireysel yaşamda oldukça fazla vardır, bu tehlikeyi zamanında durdurup gerekli önlemler alınmalı. Bunu seçtiğimiz hükümet yapsın denebilir. Ama onlar da hainlik içinde olabilir vs. 

    Hayatımıza reform yapmaz isek, sevmek uzun bir kelime olur ve kavuşma ihtimali de tükenir. Yeniden başlamaya zaman tekrar bulunabilirse ne ala, bulunamaz ise, geçmiş ola. 

    Hayatımıza saygı duymaz isek, tenekeden askerler gibi kullanılırız ve yaşamı daha rahat veya keyifli kılacak şeylerden nefret ederiz. 

    Yaşamın ne gereklilikleriyle ne de zevkleriyle bir ilgisi olmayanlar, maddi ilerlemelerde de aslında durma noktasına gelmiş olabilirler. Kendilerine ara sıra geri bildirimler yapsalar iyi olur. Belki değişimi; kötüye doğru bir değişim, ilerlemeyi; sadece felaketlere doğru bir ilerleme olarak görmüş olabilirler. Hayata karşı yozlaşmış duruma düşürmüş olabilirler kendilerini, kim bilir!

    Gerçeklik dünyası 'duruş' ister. 
    Gölge ve kopya sevmez. Korkakça ve haksızlıklarla dolu bir yaşamı reddeder. Devamlı bir düşüş öyküsüne kim sahip olmak ister? Bu evrime zıt düşen çöküş ve bozulma kuramıdır.

    Devamlı bir düşüş... 
    Siyasi örnek olarak addedilmesin, ama gerçek bu, bugün 1 birim para almak için 14 birim ödeniyorsa, bu bir şeyin göstergesi değil, yüzlerce şeyin göstergesidir. Çağlar boyunca geriye giden bir yankılanmadır bu ve şimdi 14 kat daha sıcak ateşe atmak demektir. Alnımız 14 defa daha fazla terleyecek demektir. Satın alma gücümüzün 14 defa daha düşmesi demektir. İthalatla yürüyen bir ekonomik sisteminiz varsa bu hesap doğrudur. 

    İşte, tembellikler... 
    Zamanında yerine getirilmeyen görevler; ne ekmez isen onu biçmeye çalışırsın yanılsamaları; hayatın anlamını sorgulamama; kendi hayatını örtük bir şaka gibi yaşama arzusu; anlam aramama, değişimsiz kalarak 'değişkenlik korkusu' yaşama... darmadağın eder vücuda salgılanan her hormonu. Anlam krizine sokar insanı.

    Hayatıma anlam bulacağım da ne olacak? 
    O zaman yolculuğu kesin. Arayışa çıkmaya gerek yok. Tek kalın. Zaten yalnızlığa itilirsiniz. Kardeşlik, arkadaşlık, dostluk içi boş bir kovaya dönüşür. Allah gözyaşından uzak tutsun. Alçakgönüllülükle yazmak istemiyorum. Belalardan da uzak durulsun. Lazım olduğunda tatminkar ve ikna edici cevaplar bulunamayabilir.

    Ne yapacağız?
    Samimi olacağız. Hayatla uyuşacağız. Yeni çevrelerin içine gireceğiz. Huzur ve mutluluk arayışımızı sürdüreceğiz. Çömlekçi çarkında yuvarlanır gibi, formumuzu başkalarının eline bırakmayacağız. Başkalarına faydalı olmayı zihnimize kazıyacağız. Yaşantılardaki tezatlıkları öne çıkarıp kendimizi geriye çekmek yerine, bunları biraz da azıcık bastırarak, doğru sorular sormayı ve cevaplar aramayı sürdüreceğiz. Korkmayın. Tir tir titremeyin. Yola çıkmış olanların yanında olun. Merkez ateşinizi söndürmeyin, az az odun atın. Dünya besleyicimizdir, onu çok iyi korumalıyız, korku vermemeli bu. Duymaya ihtiyacımız var, iyi dinlemeyi öğrenelim. Gün içerisinde, Tolstoy gibi kendi kendinize  200 soru sormasanız da, 3-5 sorunuz olsun. Şahane sorularınız olsun. 

    Öğrenmek, sevgiyi gösterir, empatinin yolunu açar, zihni döndürür, duymaya ihtiyacı artırır, inancı güçlendirir, iyiliği ve adaleti öne çıkarır, hayat ve ahlak öğretmeni yapar, şairane bir ruh, samimiyet geliştirir. 

    Değişim korkusunu üzerimizden atacağız. Belirsizlikler azalacaktır. Görüşler yoğunlaşacak, kapılar artık sertçe kapanmayacak, ev dar gelmeyecek. Bir gözetleme kulesine çıkmış gibi hayatınıza bakacaksınız. Eminim huzursuzluk da azalacak.

    Ya evinizden kaçın ya da kendinizden. 
    Yazının başında demiştim, nedensiz... 
    Ölmeden önce kendinize kalbinizde yer açın.

    Tolstoy'un 'itiraflarım' adlı kitabını bulun, okuyun.
    Yolculuğu fena değildi!

    Anlamaya ve bilmeye çalışıyorum.
    Kendi zihnimde yankımı bulana dek.
    Sevgi ve saygıyla kalın. 


























Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KENDİME BAKABİLDİĞİM ORANDA ALEMDE HER ŞEY TANIDIK

YAZMA İŞİ

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri Ardından