12 NUMARALI DEFTERİM BANA NELER ANLATIR?
Zihnim yeni şeyleri almaya biraz yorgun. Ben de, bugün 12 numaralı defterimi masaya koydum, baştan sona bir göz gezdirmek istedim. Gezdirirken de, bazı önemli bulduklarımla bir Blog oluşturma fikri doğdu. Bu bir dinlenme şekli. Belki beş-altı saat sürecek. Haz verici. Yeni şeylere kapı açıcı...
İlk sayfalarda bir not almışım: 'Toprak nedir, toprağın nitelikleri, kompost, ahır gübresi" gibi konuları işlemişim. "Toprağın bir topluluk oluşu ekolojinin temel kavramıdır, ama toprağın sevilmesi ve sayılması etiğin bir uzantısıdır" der Aldo Leopold.
Buğday Dergisi'nin 5-6. sayısı, 2000 yılı, Orman Y. Mühendisi M.Metin Şenol'un 'Ekotarım, Önce Toprak' adlı bir yazısını almışım defterime.
Rob Hengeveld'in 'Atık Küre' kitabından 'Kompost Atıklar...' adlı bir başlık altında 1.5 sayfa yazmışım. 'Doğa Nedir?' sorusunu yazar şöyle cevaplamış: "Bu soruyu sorabilen insanların çok sayıda ön sorunu daha önceden kafalarında halletmiş olmaları gerekir; çalışmaları bir yüzyılın epeyce bir kısmını kaplayan tüm bir düşünürler okulu aynı soruyu sormakla uyuşabildiyse, ön soruların çok kesin bir biçimde halledilmiş olması gerekir. Bunlar, 1. 'Doğal' şeylerin olduğu; 2. 'Doğal' şeylerin tek bir 'doğa dünyası' oluşturduğu; 3. Bütün 'Doğal' şeylerde ortak olanın tek bir 'tözden' ya da 'maddeden' yapılmaları olduğu..."
882. sayfada 'Fotosentez nedir , nasıl meydana gelir?' başlığı var. Fotosentez, 'Yeşil yapraklı bitkilerin ışık enerjisi ile Organik Besin yapmasını sağlayan kimyasal olaya fotosentez denir' diye bir not burada. Ama ben bir tanım daha koyacağım buraya.
Birincisi, "Fotosentez, klorofil (kromozomlarda) taşıyan canlılarda ışık enerjisi kullanılarak organik bileşiklerin üretilmesi olayıdır. Bu yolla besin üreten organizmaların hepsine birden 'Fotosentetik Organizmalar' denir. Fotosentez bir özümleme faaliyetidir ve bu yüzden özümleme ya da asimilasyon gibi genel isimlerle anılır. Yapraklar bitkilerin besin üretim merkezidir. Üretilen besin yapraklardan, bitkilerin beslenmesi gereken diğer bölümlerine götürülür. Havadaki karbondioksit, güneş enerjisi kullanılarak, nişasta ve yüksek enerjili karbonhidratlara dönüştürülür. Karbon kullanıldıktan sonra ortaya çıkan oksijen ise havaya bırakılır. Bitki daha sonra besine ihtiyaç duyduğunda bu karbonhidratlarda depoladığı enerjiyi kullanır. Bu bitkilerle beslenen canlılar da bitkide bulunan karbonhidratlardan enerji ihtiyaçlarını karşılarlar. Karbonhidratlar C elementine ek olarak H ve O2 elementlerini içeren organik besin taşlarıdır."
"Fotosentezle her yıl yaklaşık olarak 200-500 milyar ton CO2 dönüşüme uğratılmaktadır. Bu nedenle fotosentezin önemi sadece kalitatif (nitel) değil ayrıca kantitatiftir (nicel, miktarsal)..."
Fransa, Marsilla'ya 25 dakikalık bir otobüs yolculuğuyla BB adlı bir otele gelmişiz. Oda 65 Euro. Yat Limanı yakınındayız. Otobüs Terminaline 10 dakikalık yürüme mesafesi. Otel bölgesinde Afrika kökenli insanların çokluğu dikkatimi çekmiş. Dükkanlar, bağırtı gürültü bir yaşam geç saatte de. Rahatsızlık duymadık, turisttik...
Özlü Sözler not almışım arka arkaya, onları da sıralamak isterim:
-"Asık suratlı yoksulluğun en büyük şanssızlığı, insanı insana maskara etmesidir." (Juvenalis, Saturae, 3.5.152)
-"Hiçbir şey sebepsiz olmaz; olması mümkün olmayan bir şey zaten olmaz. Olması mümkün olan bir şey, olmuşsa, bu bir mucize olarak değerlendirilmemelidir. Bu yüzden hiçbir şey mucize değildir." (Cicero, De Divinatione, 2.28)
-"Kurtuluşuna çare de olsa, asla utanılacak bir şey yapma." (Publilius Syrus, N468)
-"Fakirliğin aşkını besleyecek kaynağı yoktur." (Arthaber 1900:78)
-"Eline her lir alan, lir çalamaz." (Erasmus, Adagia, 2.7.7)
-"İnsandan nefret ediyorum, edeceğim de, keşke ondan öcümü alabilseydim. Neyse ki, kendi karakteri ondan yeterince öç alıyor zaten." (Cicero, Epistulae ad Atticum, 4.12)
-"Gemi limanda da batar." (Seneca)
-"Tanrılar her şeyi bize emeklerimiz karşılığında satar." (Vergillius)
R.G.Collingwood'un 'Doğa Tasarımı' kitabından bir sayfalık not almışım. Bir kısmı şöyle: "Gerçekte ayrıntılı çalışma zaman zaman bir süre düşünüm işe karışmadan yürür. Düşünüm işe karışınca da ayrıntılı çalışma üzerinde etkili olur; çünkü insanlar düşünürken ya da eylerken dayandıkları ilkelerin bilincine vardıklarında, bu düşünceler ile eylemlerde bilinçsiz de olsa yapmaya çalıştıkları bir şeyin, yani bu ilkelerin mantıksal içermelerini ayrıntıyla işlemeye çalıştıklarının bilincine varırlar. Bu yeni bilinç sağlam kafalara yeni bir sağlamlık, yeni ayrıntılı sorunlara yaklaşımlarına yeni bir pekinlik verir. Zayıf kafalara ise yeni bir sapkınlık, ilkeyi aklında tutup onun uygulandığı sorunun kendine özgü özelliklerini unutmaktan ileri gelen bir çeşit bilgiçliğe götüren bir sapkınlık katar."
Ara not almışım:
-"Halk neye ihtiyaç duyar?"
Juvenalis cevap verir: "Ekmek ve Gösteri. Ekmek bellidir, karnı doyurmaya. Gösteri, belirli zamanlarda düzenlenen halka açık, ne gösterilirse onu kabul eden, düşünme ihtiyacı duyulmayan şeyler."
Ben yıllardır 'Aldatılmış Halk' derim yazılarımda. Bunun içindir.
'Latince Güzel Sözler Antolojisi' kitabını aldım. Derleyen ve Latinceden çeviren Çiğdem Dürüşken. Buradan 3 bilge söz:
-"Biz ne zaman başlayacağız diye düşünüp dururken, başlamak için artık çok geç olur."
-"Hem yaşantısından hem konuşmasından hoşlanacağın adamı seç."
-"İnsanın zihnine hakiki iyiye ulaşma arzusu doğal olarak zerk edilmiştir."
Yukarıdaki her üç sözün yazarlarını da biliyorum, defterimde kayıtlı. Bilerek buraya yazmadım. Merak eden bulayabilir.
Özdemir Asaf, Alphonse Karr ve İlhan Berk ustaları unutmayalım. Onlardan da iki bilge söz kayıt etmişim defterime. Sırasıyla:
-"Damla kendisini tamamlayınca damlar."
-"Herkesin üç kişiliği vardır; ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı."
-"Ağzıyla kuş tutsa da sevemediğim insanlar var benim! Bir de canımı okusa bile sevmekten vazgeçemediklerim."
895.sayfada Anatole France, "Harika şeylere ulaşmak için sadece harekete geçmeniz yetmez, aynı zamanda hayal etmelisiniz. Sadece planlamanız yetmez, aynı zamanda inanmalısınız."
Conrad Hilton, "Başarı, hareket halinde olmakla bağlantılıdır. Başarılı insanlar hareket halinde olmaya devam ediyor, hatalar yapıyor ama vazgeçmiyorlar."
Fikret Şimşek, "Kilometrelerce üzüm bağlarını trenin içinden izlerken, şaraptan bahsediyorsak, o ülkeye hakkını vermeliyiz." Sağlı sollu büyük bağlar, hasada az kaldı."
Jean Paul Sarte'den 'Laik Ahlak' adlı bir açıklama var defterimde: "1880 yılına doğru Fransız profesörleri bir Laik Ahlak kurmaya kalkmışlardı. Aşağı yukarı şöyle düşünüyorlardı; Tanrı pahalı ve yararsız bir varsayımdır. Bu varsayımdan kurtulmamız iyi olur ama bir ahlakın, bir toplumun, uygar bir dünyanın var olması için öteden beri varsayılan ve ciddiye alınan önsel bir takım değerlerin de varolması gerekir. Ancak bunlara dayanılarak kişinin karısını dövmemesi, yalan söylememesi, çocuk yetiştirmesi ve dürüst olması sağlanabilir. Ancak bunlara dayanılarak kişi zorlanabilir veya zorlanmalıdır. Kaldı ki Tanrı olmasa da bu değerler vardır. Nitekim yapacağımız küçük bir tartışma Tanrı olmasa da bu değerlerin var olduğunun anlaşılabilir bir evrende yaşandığını gösterecektir."
İki not almışım. Birisi Neyzen Tevfik'ten, ötekisi Ulus Baker'den:
Neyzen Tevfik diyor ki: "Geldikleri gibi gitmediler; kimi itini bıraktı, kimi bitini. Kimi de piçini bıraktı!.. Yoksa bu kadar şerefsizin bizden olması mümkün değildi."
Ulus Baker, 'Kanaatlerden İmajlara, Duygular Sosyolojisine Doğru' adlı kitabında der: "Doğa uluslar, sınıflar ve kastlar yaratmaz, sadece bireyler yaratır. Bu ulusların, sınıfların, ailelerin ve diğer toplumsal gurupların hayali olduğu veya varolmadığı anlamına gelmez, daha ziyade tarihsel ve genetik olarak oluşmuş bulunan bu insan topluluklarından birine ya da birçoğuna mensup olabilmek için etkin bir katılımcı olmak gerektiği anlamını taşır."
'İntikam' adlı filmi ikinci defa izlerken, aldığım not: "Yol verilecek insanlara yüz verdik."
Yönetmen: Cristian Levring, Müzik: Kobalt Music
30 Ağustos'ta Nice, Cannes'te olmuşum. Hatırlıyorum. Kırmızı halının üstünde poz vermiştim. Nefis bir sahildi. Deniz harikaydı. Yürüme yolu sahilde bütün insanlarıyla birlikte güzeldi... Defterime bir sürü resim karalamışım. Elimin altındaki kitap hala 'Doğa Tasarımı'.
935. Sayfaya Nice'da şu notu düşmüşüm: "Annenle ben oturduk konuştuk, seni yetiştirirken nerede hata yaptık? Babanla ben oturduk konuştuk, seni yetiştirirken nerede hata yaptık? Annemle babamla oturdum konuştum, beni yetiştirirken nerede hata yaptınız? Sorular yanlıştı. Hata yoktu! Özgür akıl ve yaşam vardı. Bu da iyiydi."
Yine çizgisel resimler... 951. sayfadakiler aşağıda:
-"Kaça ayrıldık bilmiyorum ama, ayrıldık." (Yılmaz Erdoğan)
-"Kalbine bir sor, böyle yaşanır mı hiç? (Lev Nikolayeviç Tolstoy)
-"Yasaklamalarına uymak için sizden ruhunuza zarar vermenizi talep eden bir kültür, gerçekte çok hasta bir kültürdür." (Clarissa P.Estes)
-"Katilin kurbanının öldürmesi değil, kafasını kesip kesmediği hatırlanır." (Hakan Günday)
Araya Victor Hugo girmiş, "Bu dünyada tepeden tırnağa sarsılarak titreyen iki varlık mevcuttur: Çocuğuna kavuşan anne ve avını bulan kaplan."
-"Bakın, yağmur yağarken saray yerine bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için belki kümese girerim. Fakat kümes beni yağmurdan korudu diye, şükran borcumu ödemek için kümese saray gözüyle bakamam. Bana gülecek, hatta böyle bir durumda sarayla kümes arasında fark olmadığını söyleyeceksiniz. Evet, hayatta tek gayemiz ıslanmamak olsaydı, dediğiniz doğruydu diye cevap veririm ben de. (Fyodor M. Dostoyevski)
-"Aciz ve korkak insanlar, herhangi bir felaket karşısında milletin de hareketsizliğe sürüklenmesini ve bir kenara çekilip kalmasına yol açarlar." (Mustafa Kemal Atatürk)
7 Eylül'de dört alıntım var:
1. Sabahattin Ali'den, 'Kuyucaklı Yusuf' romanından: "Evde meram anlatmaya asla imkan olmayan, seviyesi, ahlak telakkisi, dünyayı görüşü ve itiyatları büsbütün ayrı bir mahlukla daimi bir beraberlik insanı dış hayatta da bedbin yapar ve bütün insanlardan şüpheye düşürür."
2. ve 3. de yine Sabahattin Ali'nin 'İçimizdeki Şeytan' romanından: "Bugün de her gün gibi. Niçin uyandım?.. Niçin bana kendimi unutturan uykum sürüp gitmedi?" ve "Derhal kendimi düzeltmek, ona layık bir hale gelmek icap etmez miydi? Yapamadım ve bu aczimi içimdeki şeytana hamlettim. Halbuki tembel ve iradesizdim. Başka bir şey değil."
4. Oğuz Atay'ın 'Oyunlarla Yaşayanlar' adlı eserinden: "Belki de karıştırmıyorum. Belki de insanlar aynı oyunları oynuyorlar, hayatlarını birbirine benzer oyunlarla geçiriyorlar."
Sonra Frederic Gors'un 'Yürümenin Felsefesi' kitabı gelmiş. Burada da 1.5 sayfalık alıntım var. Mutlaka okuyun. Ben bir tanesini buraya alacağım: "Yürüyerek yola çıktığınızda, diğer ulaşım yöntemlerindeki gibi ha deyince geri dönemezsiniz; yürümek geri dönüşü olmayan bir şeydir. Yola çıktığınızda hem kaygılı hem neşelisinizdir. Kaygılısınızdır çünkü bir şeyleri bırakıp gidiyorsunuzdur. Geri dönmek başarısızlıktır; yürüyerek dönmek imkansızdır, kısa bir yürüyüş yapıyorsanız başka tabii, ama uzun süre, günlerce yürüyorsanız mümkün değildir dönmek; yürümek ileri gitmek demektir; yol uzundur, geri dönmek zamanı heba etmektir ve zamanın şakası yoktur. Öte yandan geride bıraktıklarınız yüzünden neşelisinizdir; diğerleri kalırlar, oldukları yere mıhlanmış, sıkışmış olarak. Oysa bu neşe sizi başka yerlere taşır heyecenla..."
Kendi kendime şöyle bir not döktürmüşüm: "Bana konuşma, kendine bak. Bakmayı tamamladığında saygılı ve pozitif kültür ile dinle ve şiddetsiz iletişimini sürdür. İkna etmek için uğraşma. Oku, gez, gör, anla, sevgini kat, önyargılardan sıyrıl, sürdürülür projeler içinde her zaman aktif ol. Faydalı ol."
Siyasi yazalır var 956. sayfada. Buraya almayacağım. Biriken şeyler... Muhalefet dramı... Sayfanın altında Oğuz Atay'dan: "İnsan her sözü kuşkuyla karşılıyor artık. Gerçekle düş birbirine karışıyor; yalanın nerede bittiğini anlayamıyoruz. Tutunacak bir dalımız kalmıyor. Tutunamıyoruz." diye not almışım.
Alain de Botton'un 'Felsefenin Tesellisi' kitabından şu not: "Kişinin şüphe uyandırmamak ve dışlanmamak için nasıl davranması gerektiğine ilişkin her toplumun kendine göre anlayışları vardır."
Başka bir not: "Kitaplığımdan bir kitap aldım rasgele. 'Bitkilerin En Güzel Tarihi' adı. Vaktiyle okumuşum, 2005'te. Kızım Dilara Babalar Günü için hediye etmiş. İlk sayfasında bu not var. Sonra şu yazı: "... 2 milyar yıl önce başlamış ağacın tarihi..."
980. sayfaya kadar yine resimler yapmışım. Hemen ardından şöyle bir not. Tırnak içinde değil: Bizler gibi varlıkta ve yoklukta kendini birçok şeyden yoksun bırakan insanlar, çabalarımız meyvesini verdiğinde ancak birbirimizin özlemini çekeriz... Tüm yoksunluk ve sıkıntılara göğüs gelirken kaderimizin bir cilvesi olarak sevdiğimizi kaybedersek yaşayamayız. Tıpkı mitolojideki Asra gibi bizler sadece bir kez sevebiliriz...
Emin Çölaşan, Sözcü Gazetesi'nde 'Diplomata Kulak Verin' diye makaleyle karşımıza çıkar. Ben bütün yazıyı defterime yazmışım. Buraya almayacağım. Beş sayfa. Hemen arkasından Ulus Baker'in söylemini yazmışım: "Eski Yunan'da bir yuvarlak masa toplantısında (sempozyum), peynir ikram edilir. Davetlilerden biri 'Bu peynir bayat ve iğrenç' der. Masadaki diğer kişiler itiraz ederler: "Bu en iyi rokfor peyniri, kötü olan sensin." diye çıkışırlar. Dolayısıyla, kanaatler alanındaki her yargıya başka bir yargı eşlik edecek ve kanaat onu ilk dile getirene atfedilecektir."
Bilgi: Roquefort peyniri ya da Rokfor peyniri Güney Fransa'nın Roquefort kasabasında üretilmeye başlayan içi küflü, güzel kokulu bir peynirdir.
Tarık Tufan, 'Hayal Meyal' kitabında şöyle der: "Gitmeyi başaranlar inandırıcı insanlardır benim gözümde. İnsan bir kez gidebilmeyi başardı ise, söylediklerini de başarabilme gücüne erişmiş demektir. Gidebilmek hayatın bütün tehditkar ve şımarık yüzlerine kafa tutabilmektir bir bakıma. Gidebilmek, hiçbir şeyi umursamadan, kendi masalında anlatılan yolları adımlayabilmektir. Ben de masalıma doğru adım attım."
Yıllar öncesinde kendime 'Masalını Yitiren Dev' nickname adını vermiştim.
Eric From'un yazdığı bir kitap var: 'Sigmund Freud Hakkında' dır başlığı. Buradan 988. sayfada alıntılarım olmuş. Bunları keyifle buraya almak isterim:
-"Sonuçta basit insanlarız, zevk yaratmaktan çok, acılardan kaçınmakla uğraşırız."
-"Üç, dört ya da bilemediniz beş yıldan sonra evlilik, cinsel ihtiyaçları tam anlamıyla karşılamamaya, cinsel doyuma engel oluşturan etkenler hastalıklara bile sebep olabilir. Cinsel heyecan artık benim gibi bir adamın işine yaramaz."
-"Aşkı bilimin bir nesnesi haline getirmiş ama kendi yaşamında aşk kupkuru ve kısır kalmıştır."
-"Freud, karısının misafirleri geldiğinde, hoşuna giden kimselerse birkaç dakikalığına da olsa işlerini bırakır, yanına uğrardı."
-"Yalnız başına yürür, karşısında karısı değil de bir heykel varmış gibi yemeğini yer, kalkardı."
-"Tutkunun söndüğü, aşkın bittiği bir evlilikte bir kadını sadece annelik kurtarır."
-"Kadınları erkeklerle aynı biçimde varolmak mücadelesinin içine itmek, ölü doğmuş bir fikirdir. Örneğin ben nazik, tatlı, sevgilimi birilerine rakip olarak hayal edemem."
-"Freud 50 yıl sonra bile aynı fikirdeydi."
-"Kimin daha güçlü olduğuna ilişkin, şaka yolu göndermeleri, çok ciddi imaları var."
-"İnanıyorum ki, hukukta ve eğitimde yapılacak tüm reformlar bu gerçek karşısında yıkılırlar... Bir erkeğin toplumda bir konum kazanabileceği yaşamından çok önce, doğa kadının yazgısını güzelliği, çekiciliği ve sevimliliği ile çizmiştir. Gençlikte tapılacak sevgili, olgunlukta sevilen eş."
Lewis Carroll'un 'Alice Harikalar Diyarında' sından bir not: Evde karşılaştığı bir fareye, şöyle dedi öfke: 'Yürü, mahkemeye gideceğiz, sana dava açacağım. Haydi itiraz istemiyorum. Ben duruşmaya gidiyorum. Çünkü bu sabah gerçekten yapacak işim yok.' Fare, 'Jürinin ve yargıcın olmadığı böyle bir mahkeme nefesimizi boşa harcamak olur' dedi köpeğe. Yaşlı kurnaz öfke, 'Jüri de yargıç da ben olacağım,' dedi: 'Seni yargılayıp ölüme mahkum edeceğim.'
A.Ali Ural'ın 'Posta Kutusundaki Mızıka' adlı kitabından bir not: "Bir kilimi üzerinde sevgiliniz gezinecekmiş, bir kaşkolu çocuğunuz boynuna dolayacak gibi dokur, bir binayı içinde anneniz oturacak gibi yaparsanız, ne o kilim eskir, ne o kaşkol solar ne de o bina yıkılır."
Ne kadar doğru saptama.
991. sayfada İlhan Berk, Selahattin Demirtaş, Elias Canetti, Frida Kahlo, L.M.Montgomery ve N.H.Kleinbaum'dan sözler var. Buraya almayacağım. Hemen arkasından gelen sayfada Franz Kafka'nın: "Düz bir yolda yürüyor olsaydın, tüm ilerleme isteğine rağmen hala gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye doğru kayması, bulunduğun yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzluğa kapılmana gerek yoktur." sözü var.
Didem Madak'ın 'Ah'lar Ağacı' adlı kitabından bir not: "Bekçisi olmayan geceler denk geliyor bana, çaresiz bekliyorum." yazmışım. Hemen iki sayfa öncesine de şu notu düşmüşüm: Fransızca öğrenmeye haftada üç gün 1.5'er saat başladım internet ortamında. Dersler zor, anlaşılması zor... Derslerin verdiği Birnout (zihin yanması) ile psikolojim bozuldu, dersleri bıraktım, bu defterime arka arkaya elli resim çizmişim. Hepsi de birbirinden değişik stres atıcı şeyler.
1043. sayfada öğrenme üzerine Khan Academy kurucusu Sal Khan, TED konuşmasında şöyle diyor: "Zayıf bir temel üzerine inşa edilmiş bir ev her zaman zayıf kalacaktır."
Bu öğrenme için de geçerli. Bir şeyi hızlı öğrenmeyi amaçlıyorsanız ileri düzey konulardan değil, temel konulardan başlayabilirsiniz ve öğrendiğiniz bilgileri zaten sahip olduğunuz bilgiler ile ilişkilendirmeye çalışın.
Yukarıdaki paragrafı kendi kendime söylüyorum. Tuhaf! Akıl veriyorum ama yapmıyorum.
Sıkıldıkça yazıya verdim kendimi. Bunu biliyorum.
Stephen King üretken ve disiplinli yazarlardan biri. Bunu biliyorum. Bu kadar kitabı bu kadar hızlı nasıl yazıyorsun, sorusuna; "Yazmak benim için bir oyun" diye cevap verir. "Bu işten para kazanmasam bedavaya da yazabilirdim" diye de ekler. Ayrıca, "Yeni fikirler kovalayın", "Yaşadığınız her süreci sevmeye çalışın", "Ne işle uğraşıyorsanız uğraşın, yaptığınız işin sadece sonucuna odaklanarak bir yere varamayabilirsiniz. Yapılan işin sadece sonucuna odaklanmayın, yemeğin başından tatlıyı düşünmek gibi olduğunu, ana yemeği kaçırmamak gerek", "Reddedilmekten korkma, her reddedilişinden bir şeyler öğren", "Fikirlerin sana gelmesini bekleme, kendi sürecini yarat", "Milyonlara dokunmanın en etkili yolu, güzel hikayeler anlatmaktır" der. Stephen King'in uzun uzadıya yazılmış 204 eseri vardır.
Yazmaya biraz ara verdiğimde çiziktirdiğim onlarca çizgisel resimlerden 16 tanesini aşağıya alıyorum. Her defterimde çok farklıları da var. Mesela buradaki portrelerin anlamı, bir yıl sonra bir resim kursuna gitme ve burada iyi portre çizme hevesimin tohumları atılmış aslında önceden. Resim kursuna kaydımı yaptırdım.
Elbette çiziktirdiklerim çocuk oyuncağı gibi.. Ama içinde duygular saklı. İşte, ufaktan ufaktan başlamak bu oluyor. İlk resim, köpeğimiz Rey'in Ankara'da kalması ve onu bir yıl kadar pandemi nedeniyle getiremeyişimizin, eşimin de ara sıra Rey'e duyduğu özlemin tezahürüdür. Bir ara Heidi aklıma düştü. Büyükbabası vardı. Dördüncü resim, onun o kış vakti karlarda hayata karşı torunuyla direnmesi. Üçüncü resim, bugünlerde ülkemdeki yandaşları temsil eder; çıkarcı ve her şeyi kadın üzerinden aşağılayan zihinleriyle. Onuncu sıradaki resim, bir sergide, Vincent Van Gogh'un çok üzgün olduğunu hissettim. Büyücek bir otobiyografik kitabını almıştım, onu okuyup bitirmem gerekliliği çıktı ortaya o saat
1048-1114 sayfaları arası notlarım da var... Bunları da ilave edeceğim
















Yorumlar
Yorum Gönder