YAZMAK nedir?

                        YAZMAK nedir?
    
                        Yazmak, bir buluşma davetidir. 
                        Yazmak, bir bilgi üretme şeklidir.
                        İşte budur, dediğimiz şeyi bulmaktır.
                        Başkalarına bulup gönderirsiniz.
                        Dışarıdan ipucu gelir, içeriden sen anlam üretirsin...
                        Konu bilgi vermek değil, kendini dönüştürmektir...

    KİTAP OKUYUCUSU kime denir?
    KİTAPSEVER kime denir?

    "Büyük Anton Cehov'a hikayelerini Fransızcaya çevirmeyi önermişler. 'Olmaz ki' demiş, 'Ben bu hikayelerde Rus insanını anlatıyorum. Fransızlara çok uzak şeyler bunlar'.
    Bugün dünyanın en 'evrensel' oyun ve öykü yazarı kabul edilen Anton Çehov, belki de büyüklüğünü bu safiyete borçlu. Başarı peşine düşmeyen, sadece içindeki derdi paylaşmak için yazan bir adamın büyüklüğü bu. Ve önünde bütün dünya şapka çıkarıyor."
    "Franz Kafka da kitaplarını yayımlamak için yazmamış. Hatta yakın bir arkadaşına, evdeki elyazmalarını öldükten sonra yakması için vasiyette bulunmuş. Çünkü Kafka'nın da başarı ya da para gibi bir amacı yok. İçinden geldiği için yazıyor."

    Yukarıdaki iki saptama Zülfü Livaneli'den. Yine devamla der: "Eğer bir insan yaratıcıysa, yüreğinde gökkuşağının bütün renklerini yansıtan bir çağlayan kaynar. Romanlar, öyküler, melodiler, renkler, dizeler uçuşur kafasında. Onun için mutluluk, çalışmak ve ortaya bir şey çıkarmaktır. Her bir yaratıda yeni bir risk aldığını bile bile yaratmaya devam eder. Çünkü buna mecburdur. Yapısı böyledir."

    Hatırladığım kadarıyla, Amerikalı ünlü bir yönetmene sorarlar; neden film yapıyorsun? Verdiği cevap; "Hayatı kendi kendime anlatıyorum" olur. 
    1978 yılından beri yazıyorum, çiziyorum yukarıdaki gibi, hayatı kendi kendime anlatmaya çalışarak. Soyut çizgisel resimler de yaptım. Şiirlerimin olduğu kalın bir defterim de var. Önemli olanın 'yazmayı sevmek' ve 'yazmanın öğrenme hevesini ateşlemesi'. Ben her ikisini de kimliğime işlediğimi sanıyorum. Sayfalarını açtığımda mis gibi kokan, her dokunduğumda ruhuma enerji veren defterlerim var. "Yaşam dediğiniz, duyumsamalarla, çağrışımlarla zenginleşen, ayrıntılarla yoğunlaşan bir şey. Bu ayrıntıları ve duyguları çıkarıp attınız mı, elinizde kuru bir kabuk kalıyor". Ülkemiz siyaseti, insanın 'ruh'unu görmezden gele gele, onu beslenmek için mücadele eden, ekmeğinin peşine süren o dar koridorda bir varlığa dönüştürdü. Çok yazık oldu. "Yaşam sadece başarıdan, it dalaşından, ihaleden, paradan, faizden, koltuktan ibaret değil. Bunlar olsa olsa birer maske. Yaşamın, 'gizli maneviyat' diye ifade edilen içi dünya zenginliğini, ne yazık ki gündelik yaşamın gittikçe sertleşen kavgalarında yitiriyoruz". 
    
    Herkes bir yere yetişme derdinde. Bence, kendinize yetişmeye çalışın! Niye dert sarmalındayım? Köşedeki çocuk neden ağlıyor? Siyaset bizi niçin boğum boğum köşeye sıkıştırıyor? Nedir bu çırpınma? Bu ihtiras, bu didişme neden? Asgari ücret yoksulluk sınırının altında ve evlerinde tek maaşla yaza kışa direnmeye çalışan yaşlılar bunu hak ettiler mi? Ve neden dolayı insanlar, piç edilmiş yaşamlardaki gölgeler gibi mahzunlar? 
    İnanın hepsinin bir tarafında yazmamışlık var; okumamışlık var; basit çözümleri bulamama, bilememe var. Her bi şeyim olsun da, ardından hem okurum hem yazarım, diye düşünmek müthiş yanlış. Bilgi sizi beklemez, önündeki ilk trene biner gider. Kalakalırsınız. Çok geç olduğu zamanlar olur. 
    'Hayata bakış' diye bir şey vardır. Homeros'tan Yaşar Kemal'e, Cervantes'ten Yunus Emre'ye, Şeyh Galib'den Aziz Nesin'e, Tezer Özlü'den Orhan Pamuk'a uzanan binlerce kişi, 'Hadi yazalım' diyordu şu 'insanlar için'
    Yazmak, bir dayanışma ruhudur. İnsanlar kazık yemesinler diye yazılır. Herkes çakal olmasın diye de. Etrafına bir bak, yıllarca ahmaklığın sürüp gitmesin, diye de yazılır. Toplum sarsılmasın, gemi su almasın diye, yozlaşmalarda insanlığımızı yitirmemek için yazılır. Biri yazsın ki bini okusun. 
    
    Canım sıkıldığında yazacak bir konu arar, önüme bir defter koyarım. 0.38 unibal Signo dx kalemi elime alırım, zihnim deniz feneri gibi ışır. Çevresinde olup bitenlere bakıp canı sıkılanlardan olmamaya çalışırım yazarak. Kimim ben? Bu sorunun cevabını bulana kadar da yazmaya devam edeceğimi biliyorum. 
    Politika, medya, hukuk pek ilgilendiğim konular değil. Hepsini de kısır döngü olarak bulurum. En çok ilgimi çekenler; birey, insan ilişkileri, kültür sanat ve tabi ki doğa. Aradan geçen yıllar bana bunu öğretti. Mürekkeple ilgili olmak, sırtlan dövüşlerinde olmamak lazım. 
    Yazmak düşünmeyi, düşünmek de insanoğlunun en şiddetli eylemi olan 'yok etme' yi frenler desem, inanın doğrudur. Frenlemeye çalışır, vahşiliği ehilleştirir. 
    Yazmak, kültürden türer. 
    Konumuz iyi veya kötü yazmak değil. 
    Yazmak, huzur verir.
    Yazmak, gönül eğitimidir.
    Yazmak, zihnin iki arada bir derede kalmamasıdır.
    Yazacak kişi boşluk kaldırmaz, köklere indirir düşünceyi.
    Yazmak, kitap okuma sorununu da ortadan kaldırır.

    "Okuma konusu açıldığı zaman çok sık duyduğumuz bir yakınma vardır: 'İyi ama vakit yok ki birader!' Gazete bile okuyamıyorum." Neden yazmıyorsun? diye sormayacağım. Aynı koşullar Batı insanları için de geçerli. Bunu hatırlatmakla yetineceğim.
    Güzel bir dizeyi kendi defterine yazmadan, bu müthiş zevki onlarca yıl tatmadan ölüp giden ne kadar çok insan var bu dünyada. Dijital çağla birlikte, dünya giderek yazmadan kopuyor. Bazı ülkelerde durum daha da korkunç. Gülten Akın ne demişti: "Ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlatmaya!" 
    Ama Nazım Hikmet yazdı. Tomris Uyar yazdı. Ece Ayhan da, Edip Cansever ve Can Yücel de yazdı. Adalet Ağaoğlu, Fikret Kızılok, Gülten Akın... hiç yorulmadılar. Onlar yazdı, bizler okuduk; devrimci, ilerici olduk kurulu düzenin yasalarını, yasaklarını savunmayı hiç düşünmeyerek. 
    Saygı ve sevgiyle kalın.
    
    












    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KENDİME BAKABİLDİĞİM ORANDA ALEMDE HER ŞEY TANIDIK

YAZMA İŞİ

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri Ardından