SÖZCÜKLERİM BENİM
Alfabeyi öğrendiğimden beri, bu üçüncü bin yıldan bi 50 yıl geçmiştir hayatımdan. Bir arkadaşımla sohbetimde, arkadaşım '50 yaşından sonra zamanın hızlı geçtiğini' bunu da 'sevdiği bir yazardan okuduğunu' söyledi. Ben de telefonda, konudan sapmadan, 'ben bunu bizzat yaşıyorum, bu nedenle görüyorum ki, yaşım ilerledikçe günde altı-yedi saat uyuyamıyorum, bu beş-altı saate düştü' ve 'bu da yetiyor da artıyor bile' dedim. Böylece, kalan ömrümüze -belki!- bir üç-beş yıl eklemiş oluruz.
Elbette, ne işler yaptığımıza bağlı. Günlerimizi nasıl geçirdiğimizle ilgili saatlerden, haftalardan ve yıllardan bahsediyorum.
Ben bugünkü Blogumda sözcüklerden bahsedeceğim, onlarla ilişkilerimden. Mesela bugün saat 07:00 gibi kalktım Pazar günü olmasına rağmen, gün çoktan ağarmıştı, elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra bir bardak su içtim, iki çay kaşığı ayva reçeli yedim, ardından sıcak bir kahve yaptım ve masama iki saat okumak için oturdum. Bilmediğim ve ilgimi çeken cümlelerin kitapta altını çizdim, kimisine internette sözlükten baktım, kimisini es geçtim bildiğimi sanarak. Elimin altındaki kağıda okuduklarımdan bazı notlar aldım; özellikle güzel kullanılmış sözcüklerden. Bu iki saatin sonunda, yakın bir yerde ormanda gezinmeye gideceğiz. İşte bu gezinti sırasında bu okuduklarımla zihnim boğuşmaya-anlaşmaya-uyumlaşmaya çalışır durur. Bu bana, ormanda güzel vakitler geçirmeye gitmişim ya, işte bu kafayla daha da güzel vakitler geçiririm, bunu katar. Kim bilir hangi kafayla eve döneceğim ve ne yapacağım. Bu sürpriz yetmez mi?
Kendime, 'meraklı ol kardeşim' derim. Güzel bir şey ile karşılaştığımda, 'sen de katıl bu akla' derim. Olumsuzluklar enerjimizi düşürüyor. Ama merak, sözcükler veya cümlelerin ardında koşmak 'aklı güzelleştiriyor' benim yaşamımda.
Bir sözcük bir anahtar gibi aslında. Ama hangi kapıyı açacağını bilmiyoruz. Mesela, Charles Perrault'nun 'rüzgar tarafından kovalanmak' adlı bir yazısını bir romanında okuduğumuzda, hızla geçmiş oluruz bu üç sözcüğü. 'Hafif ve buzla karışık yağmur' diye bir şey okuduğumuzda, algımız biraz daha açılır, ama yine okuyup geçeriz. Şöyle geriye yaslanıp bu havayı hayal edenimiz var mıdır? On yıllar sonra Alberto Manguel, Newfoundland'de buzla karışık yağmura yakalandığında, yaşadığı tecrübeyi adlandıracak sözcüğün zihninde bulunduğunu fark eder. Çünkü o da Charles'in 'hafif ve buzla karışık yağmur' tümcesini vaktiyle okumuştur. Bunu anımsamak hoşuna gider.
Okuduklarımda önemli bulduklarımı defterlerime geçiriyorum, biliyorsunuz. Ben yazmadan duramam. Bunlar defter değil zati, sözcüklerimi saklayan, onların sevgili olarak birarada durmalarını sağlayan mekanlar aslında. Bu görevi yapıyorlar. Onlara gözlerim gibi bakma nedenim, sevgi ve saygımdandır. Şimdiki gençlerimiz için akıllı telefonlar var, internet sayfaları var. El ile yazmayı ve çizmeyi unutmak istemiyorum ben. Bilgisayar tuşları tarafından kovalanan bir birey olmayı ne kadar geciktirebilirsem kar sayarım.
Sözcükler her şey değil. Yalanları da gerçekleri de onlarla söyleriz. Uydurur, hikayeler geliştiririz. Sözcükler bizi bir yerlere iyi şekilde taşıyabilir de berbat duruma sokabilir de. Akıl güzelliği diye bir şey var, sanırım bu da bilmekle, anlamlandırmalarla ilişkili.
Düşünün, 300 sözcükle de ömür geçiyor, 500 ile de, 2000 ile de ve 5000 ile de. Sözcükler sihirli bir nesne. Bunu şuna benzetiyorum; beslenmenizi 300 tür ile de yapabilirsiniz, 5000 tür sebze ve meyve ile de. Tad alma duygunuz böylece gelişir; yediklerinizden zevk alırsınız, bu da beslenmenizi niteliklendirir. Hani deriz ya, egzotik meyveler... Güzel bir zihinden çıkmış pastalar...
Sözcükleri kitaplarda veya insanların ağzında yakaladığımda, kendimi hafifçe kaptırırım; sözcüğü söyleyenin yüzünü, gözlerini bir başka güzellikte görürüm. Kitaba da öyle bakarım. Ondan sonra daha neler söyleneceğini, neler okuyacağımı merak ederim.
Yazan birisi olursanız, mecbursunuz entelektüel kimliğinizi geliştirmeye, tekrarlardan kurtarmaya, anlamlar bulmaya, iyi bir gözleme, zihninizdekileri yerli yerinde kullanmaya... "Bundan neredeyse 3.000 yıl öncesinde o müstesna ve sıcak öğle sonrasında Mezopotamya'da bir yerde deha sahibi ve adı sanı bilinmeyen bir atamız bir kil tablet parçasına Akat dilindeki sözcükleri ve anlamlarını içeren incecik bir liste kazıyarak her bakımdan sözlüğe karşılık gelen şeyi ortaya çıkardığında muhtemelen hiç kimse bu sihirli özellikleri aklına getirmiyordu. Bugün kullandıklarımıza büyük ölçüde benzer tasarlanmış bir sözlükle karşılaşmak için birinci yüzyılda İskenderiyeli Pamphilus'un sözcükleri alfabetik sıraya göre düzenlediği, bilinen en eski Yunanca lügati derlemesini beklemek zorunda kalacaktık. Acaba kendi soyundan gelecek insanların arasında o sırada henüz doğmamış dillerde kafa patlatacak bir sürü tanınmış sözlük yazarının bulunacağı Pamphilus'un içine doğmuş olabilir miydi?" Bu alıntıyı, sözlüklerin önemini, elimizin altında iyi bir kaç sözlüğün bulunmasının önemi için yazdım. Ali Püsküllüoğlu'nun Türkçe ile ilgili kapsamlı bir sözlüğü vardır. Birkaç dil biliyorsanız, bu daha da zevkli hale gelebilir; sözcüklerle oynaşmak.
Başka bir yazısında, bir akşam yemeğinde arkadaşlar sohbetteyken, "Büyük alim Lous-Alexandre Beslise'in ta kendisini bizimle akşam yemeğine oturması için masaya buyur edercesine eşine seslendi: 'Cheric, Beslise'i masaya getirsene!' Bu senli benli olma halinin okurun sözcüklerle kurduğu ilişkinin tabiatına dair önemli bir şeyi açık ettiği kanısındayım." der Alberto Manguel.
Aby Warburg, kendisinin bir kütüphanedeki 'iyi komşu kuralı' adını verdiği kavrama hepimiz için bir tanım getirmiştir. Ben de bunu yeni tespit ettim, çünkü yaşıyordum bunu. "Warburg'a göre insanın aşina olduğu kitap çoğu zaman ihtiyaç duyduğu kitap değildir. Asıl hayati bilgileri içeren kitap onunla aynı rafta yer alan ve tanınmayan komşusudur." demekte. Her zaman yaptığım gibi, hemen okuyacak olsam da, okumak için almasam da, içeriğini veya kitap adını beğendiğim onlarca kitabı satın alır koyarım kitaplığıma. Onlar sırasını beklerler. Ben de karşılarına dikilip durduğumda, rasgele okumalarımla onlarla 'rasgele tanışmış' olurum. Elime alıp karıştırdığımda, ya bir sözcük ya bir tümce ilgimi çeker ve bütün kitabı okuma hevesi verir.
Oğuz Atay'ın Tehlikeli Oyunlar adlı kitabındaki 'Kelimeler Albayım, bazı anlamlara gelmiyor!' dediğini hatırladım.
Sevgi ve saygı ile kalın.
Yorumlar
Yorum Gönder