DOĞAYLA BAĞLANTIMIZIN KOPMASI

    DOĞAYLA BAĞLANTIMIZIN KOPMASI 


    DOĞAYLA BAĞLANTIMIZIN KOPMASI başlığını koydum. Sonra bunu değiştirmek istedim GERÇEKLERİMİZ diyerek. Baktım bunu da beğenmedim, AMA NEDEN BÖYLEYİZ? diye yeni bir seçimde bulundum. Onu da bir kenara koyarak, MUTLULUK-PROBLEM-GELECEK diye üçlü  kavrama yöneldim. Madem bu üçlü kavramı düşündüm, neden SOSYOLOJİ-PSİKOLOJİ-AKIL olmasın diye de düşünmedim değil. 

    Artık bir takıntı oldu. Neredeyse her gün yeni bir konunun peşine takılmak, bunu anlamlandırmak üzere masa başında yeter derecede araştırmasını, okumalarını ve karşılaştırmalarını yaparak defterlerimden rastgele birisine el yazımla kurgulayarak bilgi aktarmak.

    Beni ya bir resim, ya bir kelime, ya bir kitap ya da broşür... tetikler. Kültürümde olmayan bir şey varsa, bununla karşılaştığımda bunu ilginç bulur, es geçmemeye çalışırım; ya oturur çalışır ya da ileride öğrenmek üzere bir defterime başlık atarım. 

    Doğayla bağlantılı konuları öne alırım. Ben burada huzur buluyorum. 2022 yılından itibaren Avrupa başta olmak üzere bütün dünyanın yazar, çizer, akıllı politikacıları, hukukçular, çevre aktivistleri... bir tek konunun peşinde 'dünyanın iklimine ciddiyetle anlamak ve çaresi' için yollara düşecekler. Strasbourg başta olmak üzere bu hareketlilik gözlemleniyor. İnsan Hakları Beyannamesi gibi Çevre Hakları Beyannamesi de hazırlanacaktır ve yasalarla desteklenecektir kanaatindeyim. Fransız bir astronotun uzaydan bildirdiğine göre, 'Dünyanın hali sizin bildiğinizden daha berbat durumda' dır.

    İnsanlar kırılgan, huzursuz. Düşünün insanlardan bahsediyorum. Şimdiye kadar yazdıkları çizdikleri büyük bir arşivi oluşturuyor çevre konusunda. Dinlenmediler, görmezden gelindiler ve büyük karteller tarafından satın alındı bazıları. Sopanın her iki ucunda uç insanlar var 'hep anlayanlar' ve 'hiç anlamayanlar' diye. Ortada duranlar ise 'bana göre' diyerek yaşayanlar. 

    Gerekli savaş olmaz, buna düşülmemeli. Ama gelin görün ki, her tarafımızda dumanlar, ateşler tütüyor. Gücü gücü yetene. İyi okumalar yaparsak bunları görürüz. Yoksa, kafamıza göre gerçek gibi bir şeyler uydurur orada da mutlu oluruz. Bu tehlikeli bir durum, bizi de vakti gelince içine çekecek kötü bir anlayış şekli. 

    Gençler mülteciliği sorguluyor. Gençler hiç durmadan orada burada kapıları zorluyor hem kendilerinin güzel bir dünyada yaşaması için hem de sosyolojik kalibrasyonun niteliğinin artması için. Sabahlardan akşamlara kadar STK larda, atölye çalışmalarında, küçücük stüdyolarda uzmanları ve hocalarını dinliyor, tartışıyor ve analizler yaparak sentezlerine ulaşmaya çalışıyorlar. Colombiya Üniversitesi'nde kızımın daha yeni tez konusunu, 'Barış İnşaası ve Geçiş Dönemi Adaleti' başlığıyla seçmesi, bana bu yazıyı yazdırdı desem yeri. Çünkü ben de bu iki konuyu ayrı kanattan çalışmak istiyorum, bu heyecandayım şimdi.
    
    Yukarıdaki konumun başlığını atarken Boğaziçi Üniversitesinde bir gurup demokratik, özgür haklarının peşinde koşarken, karşılarına yüzlerce yıldır yapıldığı gibi, gerici ve yobazlar çıkartılarak ilerleme durdurulmak isteniyor. Geri kalmış ülkelerde tarih çoğu zaman tekerrürden ibarettir. Bu cümleme dikkat edin, 'geri kalmış ülkelerde'! Elbette yaşanıyor da zati. Öteki tarafta ülkenin siyasi en yetkilileri pandeminin kızıştığı, önlemler sıralamasında yüz ülke arasında yetmiş dördüncü sırada olmamıza rağmen, geçen haftalarda ve yapılan mitinglerde bu kadar kalabalık toplandığı için özellikle teşekkür etmekte diğer yetkili bürokratlara. Yazımın konusu siyaset değil. Ama işler, gerçeklerimizi görmekten de geçiyor. 

    Yukarıdaki başlık neden verdiğim örnekle bağlantılı? Kendisiyle bağlantısı kopan birey ne gereksiz yediğinin farkında olmamakta. Yaylalar satılmak için turizme yasal olarak açılırken, beş on yıl sonra başına nelerin geleceğinden habersiz, şimdiden vurdumduymaz yaşayanlarımız, anlamamakta ısrar edenlerimiz, yandaşlık yapanlarımız... var. Bağlantılarımız koptukça çıkarcı olma, sürüye katılma, beyaz ile griyi ayıramama, velhasıl şaşkın ördek gibi gerisingeri yüzme durumu yaşanıyor. Sıcak suda az az pişen kurbağa örneğini hiç vermiyorum artık. 

    Bugün 02 Şubat 2020. 'Bağlanma teorisi' çalışacaktım.Vazgeçtim. Doğayla bağlantıya yöneldi zihnim. Dışarda hava da soğuk. Karşımızdaki huzurevinin büyüklüğünü şimdi biraz daha idrak etmiş oldum. Sabahın çok erken saatlerinde en üst katın ışığı boydan boya yanıyor. Kahvaltı veya kütüphane olabilir bu katta. 

    Ev hallerine bir bakalım. Baba iştedir veya sokakta veya bir meşgalesi vardır daima. Erkekler kendilerine hep bir şeyler bulurlar eğer işsiz değillerse. Anne hem iştedir, hem eve hem de çocuklara bakar. Bir sürü de irili ufaklı sorumluluklar almıştır, sorunlar ortada durduğu için, kendine. 
    Çocuk eğitime bulaşmışsa, eğitim bitene dek artık onun psikolojisini bozmamak, herkes ona hizmet etmelidir bir şekilde. Erken yaşta çocuğa birey olma hakkı tanınmaz, sorumlulukları verilmez ise, çocuk kırk yaşına gelse de anne ağzına kaşık götürme zorunluluğunda hisseder kendini. 

    Hayvan, kedi veya köpekten birisi veya her ikisi de varsa evde, baba ve anneden biri rıza göstermediyse de evde bir hayvan beslenmesine, çocukların kalbi kırılmasın diye, oyalanır diye, arkadaş olurlar ve böylelikle hayvan sevgisi içine yerleşir teraneleriyle... bu hayvanın bakımı da ebeveynlere kalır çoklukla.

    Otoparkta ağaçlar, çalılar, çok yılılık ve mevsimlik çiçekler vardır. Her yıl mükemmel çiçek veren Japon elması ve kirazı da pembe çiçeklerini arabaların üstüne döker; sonbahar yaprakları da sırası geldikçe sararmış halde araçların kaputlarının silecek kısmında sıkışır. Ellerimizle onları temizleriz motor havasız kalmasın diye.

    Evin bahçesi de olabilir, eğer bir sitede yaşıyorsak. Burada çime çimen denir. Bütün bitkilere ağaç adı takılır. Sulanırlar, kuruyanlar çöpe gider, başka bir ağaç alıp dikilir veya çamurlu bir günde, yeni dikilen bir ağaç bir komşu tarafından tam ortasından iki elle kırılarak, çizmedeki çamur temizlenip, kırık gövde olduğu yere atılır. 

    Başka bir komşu sabah yürüyüşünde, elindeki telefonla uğraşırken, köpek gider yeni dikilmiş bir fidanın dibine 300 ml saf sidiğini bırakır. Kedinin zaten, havalanmış toprağın içine pislemesi yetmez miş gibi, fidanın kaderinde bunlar yazılmış olmuş olur. 

    Bu yazdıklarımın tersi de vardır, doğasever ve koruyanlarımız. Çırpınırlar iyi şeyler olsun diye. Farkındalıklarını yükseltirler. Her şeyi kendileri gibi görme çabasıyla büyürler, akıllanırlar... Ama konumuz başlıkta.

    Biz aileye dönelim. Anne çocukların dışarıda kalmasından, uzun süre habersiz kalmaktan ölümüne korkar. Çevre tehlikelidir. Yabancılara güven olmaz. Komşuların bazılarına da güven kalmamıştır. Servis şoförüne de dikkat etmek gerekir, her gün çocuk serviste en az bir iki saat geçirmek zorundayken bile. Ebeveyn günde beş on defa telefonla çocuğuna yoklama çeker. Dışardaki dünyanın onu almak için fırsat gözlediğini düşünür. Filmlerdeki gibi sokaklar tehlikelerle doludur ama bu macera filmlerini izlemek de insanlık adına hep 'ilk sırada' tutulur. Macera istiyoruz galiba. Anne ve kızları için sokaklar tehlike dolu. Bunu istemiyoruz galiba.

    Baba zaten zamansız gelirdi eve. Bu da bir telaştı. Geldiğinde de ya birasını açar, ya kahvesi ya da uyku öncesi açık bir çay yemek arkasından. Oflayıp puflayıp televizyonun karşısında sızmaz ise, üstten üstten çocuklara derslerini sorar, birkaç gereksiz tavsiyede bulunur, çocuk içinden dalgasını geçer babayla, baba bunu fark etmez, etse de çağdaşlıkla bağlantısını sorgulamaz. Bazıları ise, 'Çocuklar nasıl?' diye anneye sorar. Baba, annenin kaygılarını kafasına takamayacak kadar meşguldür. Çayı sehpada soğurken devrilmiştir koltuğun sağ köşesine. 

    Babalar vardır, işten işe koşar, yorulur hem zihin hem fiziki bakımdan. Çırpınır, helak olur geçim ardında koşmaktan. Karınlar bir şekilde doyar abur cabur ile veya orta direk sofralarında. Bazı anne ve babalar birbirlerine karşı hiçbir tavsiye ve öneriyi dinlemez. Hayat hobi değil de fobilerle yürür eğer bir aile düzeni hala kurulmamışsa. Çocukların ders notları kötü gelirse herkes bağırıp çağırır evde. Ailenin genel kültürü zati git gide televizyon ve birkaç saçma gazeteye endekslenmiştir. Kitaplıktaki kitapların niteliğinden bahsetmeyeceğim. Okuma alışkanlıkları... için evde sakin odalar lazım. İyi de olur. Yazmaz, çizmez, dinlemez, okumaz ailelerde kültür gerilerken, halı saha maçı olursa iyi, olmazsa okey pişti. 

    Çocuk annesinin fobisini üstlenir. Kız çocuk annesinden nefret eder, bulursa babasına yönelir. Erkek çocuk her ikisini de kolayına alma peşinde, işi ergenliğe felan dayatarak on yaşında evde esir hayatı yaşatır ebeveyn ve kardeşlerine. Bunlar olmayabilir, tam tersi de olabilir, mutludur herkes bir bakıma. Dediğim üzere, konumuz 'bağlantıların kopması'. 

    Bütün aile yaşamlarında ilerlerken, neredeyse hepsi de doğayı vahşi görür. Sosyal yaşamı riskli, insanları güvensiz. Orman korkutucudur gece gibi. Kamp yapmayı öğrenmez. Yeni arkadaşlıktan kaçınır. İçine düşse de kendine has algılarıyla alay konusu olur veya dışlanır. Babasının efeliklerini kişiliği zayıf arkadaşlıklarında denemeye çalışır. Dövülürse sıkıntı yoktur, evde de dövülmektedir. Döverse sevinir, babası gibi güçlü olmaktadır. Sinikliği canavarlığa dönüşebilir, Allah muhafaza. Bu noktaya gelmeden durdurulmalıdır. Takıntıyı sever, tek başına spor yapar, iyi bir laptop'u ve telefonu vardır, iyi insanlardan uzaklaşır, tercihini bu yönde kullanır. Bir an evvel araba almalıdır, evde çok gerilirse, bilgisayar oyunlarında mutlu olmak iyidir. Bir de, annesinin özel isteği üzerine klozeti kolonyalı mendille üç defa silmeden, iki defa klozetin suyunu boşaltmadan klozete oturmamalı, işi bittikten sonra da yine iki defa suyu çekmelidir. Toplamda her sidiklemede ve kaka yapmada 30 lt atık su.

    Yazdıklarımın hepsi de bir ailede olmasa da, seç beğen al!
    Aile 'Doğa Eksikliği Bozukluğu' ndan muzdariptir. Bu iki jenerasyon şehrin içinde yaşam mücadelesi versinler vermesinler doğadan kopuk yaşamanın izlerini çokça taşımaktalar. Tüm aktiviteler binlerce yıl öncesinden doğayla bağlantılardan izler taşımıştır. Ağaçların çiçeklenmesinden kışa kadar; üzerinde kuşların ötmesi; bulutları yağmur ve kara göre okumak; rüzgarın adını ve yönünü tanımak; dalgaları izlemek; göçmen ve istilacı kuşlarığ bilmek; hasta olacak ineği bilmek; ağaç budamak; meyveleri tanımak; doığadaki her bir canlıya merak ve isimlerini bilmeye çalışmak; oturduğumuz sandalyenin ağacına merak; ot toplama, çapalama, bel, kürek, kazma, tornavida, pense, kelpeten, çamaşır makinasının haznesinin temizliği; becerilerimiz sayesinde köylerde olup bitenlerin, kırsal yaşamın, beslenmemiz için besin zincirine saygı, içtiğimiz çayın nerden geldiği, lokumun nasıl yapıldığı, ekmeğimizle ilgili sorunlarımız, buğdayın başına gelenler, neden pet şişelerde su içmek zorunluluğumuz, derelerin kuruması, yataklarına apartmanların dikilmesi, tohumu toprağı koruma çabasındakilerin taşlanması; doğaya derin ve içten saygı nitekim. Kimde ne kadar var? 

    Genetik hafızamız ne der? Suyun tasarrufunu, fazlasının günah olduğunu söyler. Ekmeğin yere düşmemesini dinler yazar, ama bu aynı zamanda zati kutsalıdır insan evladının. Faturasını ödedikten sonra kime ne, dedirtmez genetik hafızasını çalıştıranlar. Toprağa, çayıra çimene saygı vardır. Ulusal ormanlarımız ciğerimizdir genetik hafızalarımızda. Yanan ormanlar gözlerimizden yaşlar akıtırdı...

    Haddimizi aştığımızın farkında mısınız? Girdiğimiz, ayak bastığımız her yeri bir domuz sürüsü gibi talan ederek mi devam edeceğiz? Piknik alanlarımıza bir bakın. Daha ne kadar bu berbat zihinle... Kirletici ve Tüketici utanmaz! Bunu biz zaten ekolojistler olarak biliriz. Yere düşen ekmek parçasını eğilip alıp, üfleyip duayla ağzımıza attığımızın veya kuşlar yesin diye bir duvar üstüne koyduğumuzun yerine bütün bütün çöplere sallıyoruz. Ve bunu sanki hep başkaları yapıyor, biz sütten çıkan ak kaşıklarız. 

    Atmaya gerek yoktu. Kedimize, köpeğimize, gübre olsun diye bitkilerimize veriyorduk. Doğadan izole olmamıştık bileceğiniz. Para peşinde bu kadar saçma sapan koşmalarımız, parayı bulduktan sonra da daha paraya dönük hırslanmalarımız yoktu veya bu kadar değildi. 

    Böylece, demek isterim ki, eskiden bitkileri  bir şekilde yerdik, onları tanırdık, saygımız eksik olmazdı. Şimdi işlenmiş ürünlerle tıkınıyoruz. Tüm bunlar üzerimizde kötü fiziksel ve psikolojik etkiler bırakıyor. Toparlanmaya çalıştıkça ipin ucu kaçıyor bütün geri zekalı ülkelerde. Sonra da korkak, yorgun, şişman, hasta, depresif olmaktan şikayetçi oluyoruz. Bu durum acaba hoşumuza mı gitmekte? Geriye dönüp bakacağımız yerde, hangi psikiyatrist, doktor veya gurunun problemlerimizi çözecek sırra sahip olduğunu merak ediyoruz.
    
    Tüm hayatın geldiği kaynak ve besinlerimizi sağladığımız doğayla bağlantılarımızı kaybetmeyelim. Bu da kendimizi iyileştirme ve çevremizdeki hayatla gerçekliği yitirmememize, bağlantılar kurabilmemize, beceriler geliştirerek korkularımızı yenmemize neden olacaktır.

    Annemizin korku ve endişeleriyle beslenmemek... Babamızın zaten işim gücüm var, baştansavmacılğını reddederek algılarımızı doğa bazlı açarak, kendimizi sorumluluğa davet etmek zorunluluğumuz var. Asıl olay burada. Biz de bu özden geldiğimiz için diğer çalışmalarımızın daha başarılı olacağına eminim.

    Yalnızlık değil, doğayla birlikte varolacağız. Bu da bizi güçlü kılar. Bir kilo domatesi bugünlerde 5 TL'ye alıyorsak ve bunu için 20 dakika Asgari Ücretten pay veriyorsak, biliyoruz ki, domatesi 2 liraya da yiyebiliriz, ve 8 dakika çalışmak zorunluluğumuz olur. Kalan 12 dakikayı arzuladığımız ve yapmak istediğimiz hayallerimiz için harcayabiliriz. Supermarketlere robot gibi gir çık... Her şeyde bu böyle. Bilinçli insan, bilinçli tüketici... Politikacı bunu görmeli. Onlara bu 'bilinçlilik ve farkındalıklar' gösterilmeli. Yoksa işleri kolay!

    Farkında olmamak hayatı bize zehir edenlerin eline fırsatlar vermek demektir. Günde 10 saat neden çalışmak zorunda bırakılıyorsun? Onlar istedi diye mi? Günde 6 saat çalışmak istemez misin? Çevre sağlığın daha iyi olsun istemez misin? Eğitim ve sağlık bedava! Hiçbir yerde yok deme. Senden başlasın, senin ülkenden başlasın. Nasıl olacak? Doğayla bağlantılı olan insanlar yüce ruh taşırlar, 'ne kadarı yeterli' sorusunu unutmazlar. Herkesle diyalog halinde, ışımak peşindedirler. Mücadeleye herkesi katma arzusundadırlar. Değişimin gücünün 1 kişi ile bile olacağını, kendi emeklerinden bilirler. 

    Yazım çok uzun oldu. Kendine sahip çık! Doğaya sahip çık! İçtiğin suya, soluduğun havaya sahip çık! Kafanı karıştırıp alanını daraltanlara kırmızı kart göster! Hasta, mutsuz etmelerini, enerjini tüketmelerini red eyle! Hasta ineğin sütünü içme! Ekmeğine adını bile bilmediğin kimyasallarla dolu kremalar sürülmesine izin verme!.. 

    Mücadeleni tek başına yapamıyorsan, bilmiyorsan nasıl yapacağını, yapanları araştır bul, onların yanında ol. Eğer onların yanında olamıyorsan, uzaktan destek ol, sen de çırpın bir gediğe taş koyabilirim diye. 'Bunlardan bir şey çıkmaz' diye kolayına kaçıp mücadeleyi aşağılama. 'Bütün iyi şeyler olmaz denen şeylerden çıkmıştır' der üstat Aziz Nesin. Buna inan. Birey toplumsallıkta bireyliğini ispatlar. 

    Aile! Her şeyin ailede başlayıp bittiği günler geçen iki-üç kuşakta sona erdi. Bunu görüyoruz. Şimdi daha bilinçli ve sorumlu olma zamanı. Bizi besleyen, yaşatan doğayı unutmayalım. Doğa mendirek direğimizdir. Her kuşak ciddiyetini bilmeli ve ciddi olmalı nerede ve hangi sıfatla ne iş yapıyorsa. İyi insan modeli buradan yola çıkacak. İnsan, hayvan, bitki hakları namus borcu olacak. Pusulamız; çocuklar dışarı çıkmak, oynamak, eğlenmek, güvenmek, iyi beslenmek ister... olsun tekrar. Şehirlerde kırsaldan kopuk yaşıyoruz ama kırsal da bizi son derece masum ve sessizce bekler. Kırsala sadece piknik için gitmeyin, el vermeye de gidin..

    Kırsalda arılar ölüyor. Genetiği değiştirilmiş tohumlar topraklarımıza saçılıyor. Plastik elbiseler, çocuk oyuncakları, kimyasalı bol konserveler en ücra dağ köylerine kadar kargolarla ulaştırılıyor.. Okyanuslar çaresiz...

    Anne sen çok meşgulsün! 
    Baba sen çok meşgulsün!
    Çocuklar sizler de...

    O zaman içeride oturun, çıkmayın dışarı. Faturalarınız için daha çok kazanmak için fabrika ve ofislerinizde yatın! Çıktığınızda en güçlü motor beygirlerinizle düşün yollara...
    Kimin veya neyin huzurunu arıyoruz?
    Ben de bu soruyu sorarak başladım düşünmeye.

    Doğa her zaman kazanır. 'Doğada huzur bulmamızın tek sebebi bize aldırmıyor olmasıdır' der Friedrich Wilhelm Nietzsche. Gerektiğinde aldırmamaktadır da zati.

    Palma'da yanardağda law fışkırması hala devam ediyor bugünlerde. Her şeylerini bırakarak, zamanları yok, canlarını yanlarına alarak başka yerlere kaçıyor. Seller de başlayacak, önümüz kış. Atmosferdeki elektrik gerilimi bulutlarda çok yoğunlaştı. Allah muhafaza uçaklar... Yanlış alarmlar, sirenler... Konu burada kapansın. 
    Sevgi ve sevgi ile kalın. 
    



























    








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KENDİME BAKABİLDİĞİM ORANDA ALEMDE HER ŞEY TANIDIK

YAZMA İŞİ

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri Ardından