BAKIŞ AÇISINI DEĞİŞTİRMEK veya BEN KİMİM?

    BAKIŞ AÇISINI DEĞİŞTİRMEK veya BEN KİMİM?

    Alphonse Karr der: "Herkesin üç kişiliği vardır; ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı." Çok değerli bir konu. Araştırmama takıldı, başlığı atmayı şimdiden yeğledim...
    Dün bütün gece yağmur çiseledi. Köpeğim Rey'i dışarıya çıkarıp gezdirmeye bir niyetim oldu bir olmadı. Sokak lambasının üstüne düşüşünden yağmurun yoğunluğunu anlıyorum. Bir de, yolda birkaç su birikintisi çukuru var, içine düşen yağmurun sıçratmalarından yağmurun hızını. Bu deneyimden çıkardığım sonucu önemsiyorum. Yağmur yağarken gökyüzüne değil, düştüğü yerlere bakarak yoğunluğu görebiliriz. Ağaçların yapraklarındaki kıpraşmalar gibi. 
    Bu yazımı defterime 29 Ekim 2021 tarihinde yazdım, buraya bir hafta sonra alıyorum. Cumhuriyetimizin kuruluş ilanından bu yana 98 yıl geçti. Ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Milli Mücadelede baştan sona kadar fikirlerinin yanında maddi ve fiziki olarak duranlara buradan minnattarlığımı bir Cumhuriyet Çocuğu olarak belirtirim. 

    Bu Blog, 'Ben kimim' üzerine ufak bir yazımı anlatacak. 
    'Ben' diye söze her girdiğimde bunun 'Ego'mdan olduğunu düşünmeyin lütfen. Ben, meraklı bir kişiyim.Özellikle kültürel konularda, elime aldığım işlerde en iyi noktayı yakalamak için elimden gelenin en iyisini yapmak, kurmak, hazırlamak isterim. Hızlı olurum. Üstüme vazife görür veya çıkarırım. Çünkü başlamışımdır. 
    Kalın kalın kitapları yazanlara, bir amaç uğruna emek ve para harcayanlara saygı duyarım. Onlardan bilmediğim bir şey öğrenmek için her yaşımda öğrenci olduğumu heyecanla hissederim. Günlük bir şeyler öğrenmediğim zaman eksik, benden bir şey gitmiş, yerine hemen koymam gerektiğini hissederim.
    57 yıllık hayatımı üç beş cümleyle anlatabilir miyim? Yazdıklarımı ve de düşüncelerimi, ilgi duyduğum konuları mesela; laf lafı açtıkça ortaya çıkacak şeyler var bu durumda. Kolay dönemler, zor dönemler vardı.
    Dişlerini çıkaranlarla yolda olmak, yola çıkmak hiçbir zaman istemedim. Uzlaşmacı, insan haklarına saygılı, demokratik değerlere inanan bir insanım ve bu konularda kendimle mücadele edenim.
    Günlük siyasetin içinde olmadım. Günlük kültür ortamlarını yeğledim. Dünyaya entelektüel kimlikle ayak uydurmaya çalışmaktayım hala. Ne tür konular olursa olsun okumaya, kısa da olsa notunu almaya çalışırım defterlerime. Elimin altında her zaman üç beş defter ve kalemlerim vardır. Fazla unutkan olduğumdan felan değil, konuları kaçırmamak kaygısından. Tek boyutlu gitmeyi seven değilim. Doğru da değil bu. Bi tek en iyi bundan anlarım dememek için uğraş halindeyim kısaca.
    İnsani, insana yabancı olan şeyler dahil, merakımı uyandırmakta ve ilgimi çekmekte. Henüz bir kitap yazacak kültürde değilim, bunu hiç de amaçlamadım. O kadar çok eksiğim var ki, müzik ve sanatın birçok dalında neden hiç anlayış geliştiremediğime şaşarım hala ve kendime kızarım.
    Eksiklerimi yazmaya kalksam onlarca sayfa tutar. Aydınlık değerler peşindeyim. Esasında belki de tembelim, tembellikle onlarca yılım mı, geçen hayatım mı var? Doğrudur,  zor şeyleri nasıl anlatsam? Burada karamsarlık ve çöküş içinde hissediyorum kendimi. Kendimle geç kalmış konuları açmanın faydası vardır ama gerilim yapmadan. Ben bu serzenişlerle içime bir ruh üflemek istemekteyim. 
    Sosyal medyayı sevmiyorum. Mecbur ettiğimiz şekliyle içinde olduklarım da var. Tehlikeli ortamlar, tehlikesiz yerlerde kalma çabasındayım. Beyin kaslarım izin verdikçe.
    Şiddeti sevmem. Söylemlerini de. İlişkide kutuplaşmaları sevmem. Hizipçiliği asla. Beni ilgilendirmez de ayrıksılık. Kurduğum ilişkilerde saygı ve sevgi ararım. 
    Çocukları, gençleri severim. Doğadaki hemen her şeyi sever ve ekolojik yaşama taraf olurum. Kentimi doğa atölyelerinde eğitmeyi severim fırsat buldukça.
    Yüzme pek bilmem. Bu da bir handikap Ankara'lı olarak. Yürümeyi ve doğa içinde olmayı pek severim. Futbol oynamayı da izlemeyi de pek sevdim diyemem.
    Kitapevlerinde saatlerce kalırım. Okumayı nitelikli severim, okumadan duramam. Yazarım estikçe. Çizerim, resimler yaparım kafama göre. Çizdiklerimi belki sadece kendim anlarım. Bu kanaatteyim. Açıkçası, bir şey çizmek için de oturmam. Bir noktadan başlar, gider gider.. Zaten benim resimlerim de bitmez, bir ay sonra elinize alsanız mutlaka bir eksikliğini görürüm, devam eder, kaldırırım sonraki zamana. Biraz saçma bişi ama böyle bir kültür de var, bilesiniz. Kendi halimle olma biçimi bu. Çizdiklerim canlıdır bu haliyle :)) 
    Kendi halimde olmaktan, yalnızlığımdan sıkılmam, tercih de ederim. Yalnızlığı yıkıma değil, üretkenliğe dönüştürmeyi rahmetli Aziz Nesin'in anlatılarından öğrenmiştim lise çağlarında. Yalnızlık bana, nitekim bakış açımı taa o zamanlardan değiştirerek, hayatı zorlaştırmaz.
    Köpekleri severim. Kedilere pek yüz vermem nedense. Hayvanat bahçelerini sevmem. 
    Evrensel inancım vardır. Bir düzenin, evrensel bir düzenin varlığına inanırım. 
    Severim, sevmem gibi cümleleri kurmayı aslında hiç sevmem. Ama burada birkaç tane kullandım. Toptancı yaklaşanları gözüm tutmaz. Anlatılmasını isterim, sabrım vardır ve dinlerim de.
    Hissetmeyi severim. Öngörülerime güvenirim. Düşünmeyi de önemli bulurum. Kurgulamayı, çoğaltmayı özellikle hikaye etmede çok kullanırım. 
    Gülmek ve düşünmek ikilisinden gülmeyi pek çoğaltamadım. Bu üzücü. İnsan kendi gülmelerini kendi kendine çoğaltamaz mı? 
    Git gelli bir yaşamım yok.
    Anlam ararım. Anlam yüklerim. Bu büyük bir anlayış sistemi benim için. İçinde durmaktan mutluyum. Bazen her şeye ihtiyacım olabilir, bazen hiç bir şeye. Kendimi bu süreçte izlerim. 
    Tolstoy'un izlenimciliğine bayılırım. İnsanı uzun uzadıya tasvirini, çevreyi anlatışını pek severim. Bu manada 'kelimeleri' ve 'kelimelerin gücünü' önemserim, ardlarına takılırım, kafamda gezer dururlar gün boyu. 
    İçe dönük değilimdir, tam tersi. En iyi ve en kötü uçları aramam. Permakültür eğitimin bana öğrettiği bir şey varsa da, bunu hayatıma bakış açısı olarak koymuşumdur; her şeyin en az iki ucu vardır, bu minvalde düşünmek lazım doğada çalışırken. 
    Bir şeyde fazla durmam. Durmak, yaşamı intiharla noktalamak zorunda bırakılmışların işidir, diye bakarım. Faydacılığa son derece inanırım. Eklenmeyi yeğlerim konu ve işlere. Bölük pörçük olmuş, bir yere varamamış hayatlar ilgimi çeker, ama galiba, 'neler de olmakta?' diye sormadan edemem. 
    Operayı bir severim bir çok sıkılırım. Heykelleri ve büyük resim galerilerinde olmaktan feyz alırım. Ben de böyle bir şeyler yapabilirim aslında, diye hayıflanırım, ama bu bir güven inancı sadece. 
    İnsanların hikayesini merak ederim, dinlemek isterim, onlara bir şekilde biraz yaklaşmak isterim ilginç şeylerle karşılaşırım umudu ile. 
    Geçmişin yıkık hayalleriyle uğraşmam. Önüme bakarım. Rasgele bir şeye takılırım, büyütürüm, onu yazmaya çalışırım. Büyük yalanlar ve hayallerle hem de. Sanki 'bir kitap okudum hayatım değişti' gibidir bu etki. Kurgulama gücüme güvenir ve inanırım. Severim bu işi. 
    Bir de, başkaları gibi değil, ben 'Keşke' demenin önemini bilirim. Kapris yapmam. Geleceğe bağ atmak için, geçmişin bağlarından kurtulmak için, yıkıcı olabilir 'Keşke' demek, ama bundan yararlanmak gerek. 

    Ara sıra kendinize 'kötü iç bakışımızı' göstermemiz gerekir. 
    Bir dervişe sormuşlar, -'Nereden geliyorsun?' diye. '-Kendimi dövmekten.' demiş.
    Bakış açısını değiştirmedikçe, aynı pencereden baktıkça, manzara da pek değişmeyecektir. Zihin ve akıl sağlığımızı iyi tutabilmek için manzarayı değiştirmeye mecburuz. Aynı şey aynı şekilde çok kullanıldığında yıpranır. Ara sıra kendimizle iç kavgamızı özgürce yapabilmeliyiz.; kendi fıkrasına kendi gülenler gibi. Dönüşmeye başladığımızda, işte o noktadan sona pek keyiflidir işler.  

    Spinoza demiş ki: "Üzülme, öfkelenme, sadece anla!"
    Sevgi ve saygıyla kalın.

    















    
    
    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KENDİME BAKABİLDİĞİM ORANDA ALEMDE HER ŞEY TANIDIK

YAZMA İŞİ

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri Ardından